Öğrenciler sıra olmuşlardı okul bahçesinde, ders öncesi töreni için, neşe içinde cıvıl cıvıl, bıcır bıcır ilkokul öğrencileri. Kıpır kıpırdılar gülüp oynaşıyorlardı. İtişip kakışanlar da vardı elbette, bildiğiniz çocuk kavgası.
Bir anne geldi itişip kakışanların arasına, kendi çocuğunu kollamak için, diğerlerine çıkışmaya. Neyse ki öğretmen oradaydı, nazikçe uyardı veliyi. “Lütfen siz karışmayın ben buradayım.”
Tören sonunda çocuklar güle oynaya geçtiler sınıflarına. Öğretmen sınıfa girdiğinde aynı anne yine sınıftaydı. Kendi çocuğuyla itişip kakışan diğer çocuklara çıkışıyordu. Öğretmen bir kez daha müdahale ederek, velinin sınıftan çıkmasını istedi. Kadın sınıftan çıktı çıkmasına ama hemen telefona sarıldı. Kocasını aradı; “öğretmen beni sınıftan kovdu, beni sınıfa sokmuyor…” Artık daha başka ne dediyse biraz sonra kocası yanına iki arkadaşını da alarak okula geldi. Yoksa okulu bastılar mı demeliyim?
Üç tane zebellah gibi adam ufak tefek bir kadın öğretmenin üzerine yürüdüler, öğretmeni itip kaktılar, hakaretler, tehditler ettiler. Hem de öğrencilerinin önünde. Hatta adamın kendi çocuğu da vardı o öğrencilerin arasında.
Kadın öğretmen can havliyle kendini sınıftan dışarıya attı. Korkmuştu, hem de öyle korkmuştu ki şikayetçi bile olmadı adamlardan. “Nasıl olsa adamlar karakoldan sonra, savcılığa bile gitmeden serbest kalırlardı.” Sonra adamlar kendisine musallat olurlarsa diye korktu, “Ya beni takip edip evimi öğrenirlerse” diye korktu. Çocuğu vardı öğretmenin, bir genç kız, ya ona tebelleş olurlarsa diye korktu. Şikayetçi bile olmadı, olamadı.
Kimse yardım etmedi öğretmene, manevi desteğini veren öğretmen dostlarından başka. “Öğretmenler günlerinde” bir sürü ağdalı içi boş süslü laflar edenler, bir sürü kutsallı, mübarekli dandik övgüler düzenler, öğretmenlik mesleğine verdikleri değerde birbirleriyle yarışanlar ortalıkta bile yoktular.
Düşündü taşındı, ne yapacaktı, nasıl çıkacaktı bu işin içinden. Öğrencilerinin önünde hakarete uğramıştı, hırpalanmıştı, küçük düşürülmüştü. Kendi çocuğunun gözü önünde kendisine saldıran adamın çocuğu için bile üzülüyordu, onun adına utanıyordu. O çocuğa ne olacaktı, yaşadığı bu korkunç travmayı nasıl atlatacaktı. Sonunda kararını verdi başka çıkar yol, bir başka çare yoktu, zaten kimse bir çözüm önermiyordu, tek çare çok sevdiği aslında daha yıllarca yapmaktan onur duyacağı mesleğini bırakmaktı… Ve öyle yaptı öğretmen, çözüm olarak öğretmenliği bıraktı!
Bu olay öğretmenlik mesleğini güzellemek için uydurulmuş romantik bir hikâye değildir. Bu olay ne yazık gerçek. Geçen hafta Adapazarı’nın en köklü, en merkezi okullarından birinde yaşandı. Okulun ve öğretmenin adını öğretmenin korkularını ve kaygılarını gerçekçi ve haklı bulduğum için deşifre etmemek adına paylaşmıyorum.
Aslında yapılması gerekenler beliliydi. Pedagojik olarak saldırgan velinin çocuğu o sınıfta, o öğretmende öğrenimine devam edemezdi. Çocuk için büyük travmaydı, kolay mı babası öğretmenine saldırmıştı. Hem sınıftaki çocuklar neler söyleyeceklerdi sonrasında. Hemen bir başka öğretmenin sınıfına nakledilmeliydi. Öğretmenin o veli ile tekrar karşılaşmaması bir daha bu kişilerle yüz göz olmaması için çocuğun bir başka okulda bir başka öğretmenin sınıfına nakledilmesi, saldırganlar için hukuki işlem başlatılması, bu işlemin gerçekleşeceği süreçte öğretmenin psikolojik destek almak üzere izine çıkarılması en etkili en kesin çözüm olurdu. Aslında bu kadar net ve pratik bir çözüm vardı ama ne okul, ne ilçe milli eğitim ne de il mili eğitim müdürlüğü yönetimlerinde bu inisiyatifi gösterecek bir irade yoktu.
Okul müdürü bırakın okula polis çağırıp saldırganları etkisiz hale getirmeyi, tutanak tutulması gerektiğini dahi bilmeyen iyi niyetli ama basiretsiz liyakatsiz bir yöneticiydi. İlçe yöneticileri “aman fazla gürültü çıkmasın başımız ağrımasın” diye bırakın suç duyurusunda bulunmayı, sessiz sedasız olayın üstünü kapatmaya çalıştılar.
İl Milli Eğitim Müdürlüğü yöneticileri, sağlık sorunlarını gerekçe göstererek emekliliğini isteyen öğretmenin emeklilik işlemlerini yasal olarak temmuz ayında yapılması gerekirken valilik oluru ile erkene aldıkları için kendilerini büyük iş başarmış olarak gördüler. Oysa öğretmen aslında öğretmeliği bırakmak istemiyordu ki, başka çıkar yol bulamadığı için emekli olma yoluna gitmişti. İl Milli Eğitim yöneticilerinin bundan haberi bile yoktu. Çünkü öğretmene sormadılar hiç niye emekli oluyorsun diye hatta geçmiş olsun demek için bile ziyaret etmediler öğretmeni.
Bu öğretmen emekliliği hak etmiş kıdemli bir öğretmendi, kendince bir yol olarak emekliliği tercih etti. Ya EYT nedeniyle emekli olamasaydı. Ya mesleğe yeni başlamış genç bir öğretmenin başına gelseydi bu olay. Gaziantep’teki iş güvencesi “pamuk ipliğine bağlı” Saadet Öğretmen gibi intihar haberini okuyacaktık belki de…
Bugün 24 Kasım malum “öğretmenler günü” bir sürü ağdalı içi boş süslü laflar, bir sürü kutsallı, mübarekli dandik övgüler duyacak, okuyacaksınız. Öğretmenlik mesleğine verdikleri değer üzerinden birbirleriyle yarışan yöneticiler göreceksiniz. Buyurun hep birlikte kutlayalım öğretmenler gününü. Kutlayacak ne kaldıysa.