Aklımdan başka şeyler yazmak geçerken olan bir şey ya da katıldığım bir etkinlik fikrimin değişmesine neden oluyor. Sanırım yazı yazmak böyle bir şey. Bu sefer de öyle oldu.
Sizinle geçen hafta izlediğim bir panel ile ilgili izlenimlerimi ve bana düşündürdüklerini paylaşacağım. Paneli yerel basından okumuşsunuzdur. Orhangazi Kültür Merkezi’nde ‘Son 10 Yılda Türkiye Ekonomisinde ve Hukuk Sisteminde Neler Değişti’ başlığı ile CHP İl başkanlığı tarafından düzenlendi. CHP içerisinde 'Gelecek için biz' çağrıcıları olarak bir arada davranan ve CHP’nin genel merkezinin temsil ettiği siyasal hatta itirazları olan Selin Sayek Böke, İlhan Cihaner ve Ali Şeker’in konuk olduğu panel, içerik olarak benim Sakarya’da katıldığım en nitelikli CHP etkinliğiydi diyebilirim. Panel boyunca panelistler hamaset yapmadan Türkiye’nin geçirdiği dönüşüm ve nedenleri ile ilgili görüşlerini izleyenlere aktardılar. Üstelik manevi, milliyetçi söylemler kullanmadan, duygulara değil akla hitap ederek de bir konuşmanın alkış alabileceğini göstermeleri anlamlıydı. Kendi adıma faydalandığım etkinlik oldu. Emeği geçenlere teşekkür ederim.
İlk panelist Ali Şeker bugün yaşanan problemlerin ve neo liberalizmin kökenlerini 12 Eylül darbesinde aramak gerektiğini, bu derece vahşi bir ekonomik programın ancak tüm örgütlülüklerin ve olası itirazların ortadan kalktığı bir iklimde hayata geçirilebileceğini anlatırken, günümüz AKP iktidarının 12 Eylül’ün ekonomik tercihlerinin sahiplenicisi ve sürdürücüsü olduğunu örneklerle gösterdi. 1980 sonrası başlayan ve AKP dönemi zirve noktasına ulaşan özelleştirmenin sonucu olarak vergi yükünü çeken emekçilerin günümüzde eğitim, sağlık ve güvenlik için ödeme yapmak zorunda olur hale geldiğini anlatan Şeker, devletin bir baskı aygıtı olmanın ve egemenlere kaynak aktarmanın dışında bir işlevinin kalıp kalmadığı sorusu, salondakileri düşündürdü. Günümüz özelleştirme uygulamalarının güzide örneklerinden olan Şehir Hastaneleri’ni detaylıca anlatan Şeker’i dinlerken aklıma ister istemez, “Bizim Şehir Hastanemiz neden yok?” diye yakınan şehrin muhalefet temsilcileri geldi.
Ali Şeker’den sonra söz alan İlhan Cihaner, günümüzdeki hukuk sisteminin yaşadığı problemleri iki 12 Eylül’e bakmaksızın anlayamayacağımızı anlatırken, 12 Eylül darbesinin yargıç bağımsızlığına verdiği zararlardan bahsetti. Yargı sisteminin tabutuna son çivinin de 12 Eylül 2010 referandumu ile çakıldığını anlatan Cihaner, iktidarın referandum ile Hakim ve Savcıların seçim usullerini değiştirerek 15 Temmuz darbesi ile sonuçlanın süreci yarattığını ve bugün yargının iktidardan bağımsızlığından söz etmenin mümkün olmadığını belirtti. Cihaner’in yargıdaki dönüşümün neo liberal ekonomik sistemin ihtiyaçları doğrultusunda yapıldığını önemle vurgulaması ve buna günümüzden bir örnek olarak Arabulucuk Uygulamasını göstermesi kıymetliydi. Sermaye kesimlerinin tümünün talebi doğrultusunda getirilen bu uygulama ile emekçilerin mahkeme yolu ile haklarının aramasının önüne bir bariyer konulduğunu anlatırken konuşma boyunca en sık vurguladığı konu umutsuz olmamak gerektiğiydi.
Panelistlerin ifadesi ile ‘panelin assolisti’ olarak en son konuşan Selin Sayek Böke ülkenin ekonomik durumunu rakamlar ile tane tane ve anlaşılır şekilde izleyenlere anlattı. Böke’nin yaşanan ekonomik durumun kötü yönetimden değil bir tercihten kaynaklandığını ısrarla vurgulaması çok önemliydi. Krizin sebebinin birilerini zenginleştirip birilerini fakirleştiren ekonomik tercihlerin sonucu olduğunu anlatan Böke’nin, ‘Biz bu ekonomik sitemi daha iyi yönetmek için değil değiştirmek için iktidara geleceğiz’ sözleri panelin en alkış alan sözleriydi ve muhakkak ki CHP Genel Merkezi’nin çizgisinden köklü bir kopuşu ifade ediyordu.
Yazının girişinde söylediğim gibi keyifle takip ettiğim panel ister istemez kimi soruları sormamam neden oldu. Bu soruları panel sonrası sohbet etme imkanı bulduğumuz Böke ve Cihaner ile de paylaştım. Katılamayanlar için haber tadında yazdığım bu uzun panel aktarımından sonra aklımdaki soruları sizinle paylaşmak istiyorum.
Türkiye’de en geniş anlamı ile kullanırsak sol muhalefet içinde iki kesim var ki, ben çabalarını, emeklerini son derece samimi ve kıymete değer görüyor, aynı zamanda kimi durumlarda solun meşruiyeti ve toplumsallaşması konusunda önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Bununla beraber bu kesimlerin harcadıkları emek ve enerji ile elde ettikleri siyasi fayda ve seslendikleri kitleler içerisinde elde ettikleri güç için ne yazık ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Bunlardan birincisi belki bir başka yazının konusu olabilecek İhsan Eliaçık’ın şahsı ile özdeşleşen Anti Kapitalist Müslümanlar. Türkiye gibi Sünni İslam yorumunun iktidar ve devletle olan yakınlığı, üstelik ülkede Alevilik gibi heterodoks bir mezhebin var olduğu koşullarda iktidarla mesafeli eşitlikçi bir yorum ile kitleler içinde etkili olmaya çalışıyorlar. Dediğim gibi çabaları saygı duyulası ama işleri hiç kolay değil.
İkinci kesim ise yazının konusu kapsamında olan CHP içinde mücadele eden Sosyalizan ya da kelimenin anlamına uygun biçimde sosyal demokrat bir programı sahiplenen kişiler. Burada kendini çeşitli sıfatlarla tanımlayan tabandaki tekil üyelerden bahsetmiyorum. Kastettiğim ülke ölçeğinde tanınır, tavır ve konumlarını takip etme şansımız olan figürler. Panelist olarak gelen 3 kişiyi de kendi aralarındaki farklılıklar bir yana kolayca bu kategoride değerlendirebiliriz.
İlk söylemek istediğim CHP’nin tarih boyunca daha sol ya da emekten yana konumlandığı anların kendi solunun toparlandığı, sınıf hareketi başta olmak üzere toplumsal hareketlerin yükseldiği dönemler olduğu gerçeği. Bu anlamda CHP’nin politik yöneliminde kendi dışındaki politik atmosferin içeride süren mücadeleden daha belirleyici olduğunu düşünüyorum. Buradan bir siyasal parti içinde ideolojik mücadele vermenin, veren kişileri toplumsal mücadeleden yalıtık hale getireceğini kastetmiyorum. Pek ala toplumsal mücadele sürdürülürken bir taraftan da bir siyasi parti içinde ideolojik mücadele verilebilir. Lakin burada bir diğer sorun karşımıza çıkıyor. Söz ettiğim kişiler zaten büyük ölçüde toplumsal mücadele içindeki tavırları ya da kendi alanlarındaki birikimleri nedeniyle saygı ve kabul gören insanlar. Hatta bu nedenle CHP vitrinindeler. Kendilerine gösterilen saygı ve kıymet genel merkez listelerini delip yönetim organlarına gelmelerini sağlasa da, CHP gibi büyük bir partide temsil mekanizmalarında yer alabilmek ya genel başkanı rızası, ya da bizzat partinin iktidarının kazanılması ile mümkün. İlki olduğu takdirde önceden olduğu gibi bu kişiler CHP’yi temsil eder pozisyonda olsa bile kendi düşüncelerini özgürce paylaşamıyorlar. Sonuçta fikirleri CHP’nin genel çizgisi olamıyor. Genel merkeze yani partinin iktidarına talip olmak da ancak bir parti içi kanat oluşturma ve organize biçimde ülke çapında bir mücadele ile mümkün. Dışarıdan bakınca ise ortada böyle bir yapı gözükmüyor. Ayrıca böyle bir mekanizmaya sahip olmamak seslerini duyurabilmek için partinin yönelim ve tercihlerine itirazın kamuoyu önünde yapılmasını gerektiriyor ki, bu da eleştirenleri üyesi oldukları partiyi dışarıda eleştiren kimseler haline getiriyor. Bu hal hiçbir parti tabanının sempati ile karşılayacağı bir durum değil.
Bir diğer sorun da; özellikle ekonomik tercihlerine, ittifak yönelimlerine ve muhalefet stratejilerine -İlhan Cihaner bunu ‘olağan dışı durumlarda her şey olağanmış gibi muhalefet etmek’ diyerek sık sık dile getiriyor- her fırsatta köklü eleştiriler getirdikleri CHP Genel Merkezi karşısında var olan parti içi devletçi/milliyetçi unsurlar. Bu kesimler için yanlış biçimde Ulusalcı ifadesi sıkça kullanılıyor. Ben de sıkça söylüyorum. Bahsettiğim kesimler anti kapitalist kalkınma gibi bir kaygıları olmayan, söz gelimi seküler Koç ailesini bir fabrikada direnen mütedeyyin işçiden kendine çok daha yakın gören, laiklik ve aydınlanmanın mücadele edilerek değil, devlet içindeki kimi güçlü figürler ile korunabileceğine inanan, ciddi oranda milliyetçi ve devletçi kesimler. Bunu yazma nedenim, bu durumun CHP’nin sol unsurlarının, CHP içindeki her kırılma ya da seçme durumunda tercihlerini -anlaşılır biçimde- genel merkezden yana yapmak zorunda bırakan bir tablo doğurması.
Son olarak her ne kadar Selin Sayek Böke ‘yönetmek değil değiştirmek için geliyoruz’ dese de günümüz koşullarında neo liberalizme alternatif bir sosyal demokrat ekonomik programın dünyada örneğini gözlemlemiş değiliz. Sosyal demokrat partilerin küresel ölçüde bir krizi söz konusu… Köklü sosyal demokrat partiler Avrupa’nın birçok ülkesinde hatırı sayılı güç kaybettiler. Neo liberal ekonomik programı daha insancıl yürütmek üzere Avrupa ülkelerinde iktidara gelen sosyal demokrat partiler başarısız oldular ve arkasından ciddi seçim yenilgileri yaşadılar. Bunun sonuçları aşırı sağın yükselmesi ya da İngiltere örneğinde olduğu gibi daha sol isimlerin sosyal demokrat partilerin başına gelmesi oldu.
Bunları kendilerine ifade ettiğimde parti içinde yeterince organize olmadıklarını kabul eden İlhan Cihaner, bunun temel nedeninin Türkiye’de bitmek bilmeyen seçim süreçleri olduğunu ve önümüzdeki süreçte CHP’ye dair düşüncelerini ülkenin her tarafındaki üyeler ile daha organize biçimde paylaşacaklarını belirtti.
Selin Sayek Böke de neo liberalizme karşı sosyal demokratların dünya ölçeğinde bir başarılı örnek ortaya koyamadıklarını kabul ederken, kendi bakışında kamunun ekonomideki düzenleyici rolünü hatta kimi sektörlerdeki varlığının olmazsa olmaz olduğunu ifade etti. Akademik kariyerini yaptığı okuldaki ultra liberal ekonomi hocalarının bile devletin rolünü yadsımadığını söyleyen Böke, eğitim, sağlık, güvenlik gibi alanlarda devletin güçlü biçimde var olması gerektiği düşüncesinde olduğunu, devletin yükümlülüklerinin yurttaşların ise haklarının olduğunu da çekinmeden söylemek gerektiğinden bahsetti.
Ben, ekonomik eşitliğin ve toplumsal adaletin bölüşüm ilişkilerini düzenleyerek sağlanmasının mümkün olabileceğine inanmıyorum. Bu yüzden sosyal demokrat değilim. Ama kime seslendiğini, ne söylediğini bilen sosyal demokrat bir çizginin CHP’nin hakim siyasi çizgisi olmasının kıymetli olacağını düşünüyorum.
Gözlemlediğim kadarıyla panelistlerce temsil edilen fikirlere ve önerilen siyasal hatta Sakarya’da da sempati ile bakan özellikle genç CHP’liler mevcut. Bu sempati kendileri ile koordineli ve düzenli bir ilişkiye dönüşür mü, parti tabanının kendilerine teveccühü ne olur bilmiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. İşleri gerçekten kolay değil.