Zamane virüsleri bile tuhaf…

Covid salgını kesinlikle devam ediyor. Maskenizi takın, benden söylemesi. Neredeyse yirmi gündür hastayım. Beden öyle iflas ediyor ki, ruhsal durumunuz da etkileniyor. Düşününce son on yıldır; kuş gribi, domuz gribi, Covid, influenza vb. garip, tuhaf hastalıklar. Doğanın katli ve sonucunda ekolojik dengenin bozulması, dolayısıyla toprağın kimyasallarla dolması derken besinlerin ya eskisi kadar doğal olmaması ya da daha da kötüsü, direkt yediğimiz besinlerin kendisinin zehir içermesi. Artık doğal besine ulaşmak neredeyse mümkün değil. Ulaşsanız da alım gücünüz yoksa, o kadar pahalılar ki almak mümkün değil. Bu durumda hasta olmamız da politik!

Son yirmi günü tekrar başa sarabilir miyiz?

Vicdan azabı, üzüntü, umut, heyecan, öfke içinde geçen yirmi gün. İmamoğlu ve birçok kişinin iktidar tarafından esir alınması ve günlerce sokaklarda tepkilerini gösteren milyonlar. Ben, hasta yatağımda birine bile katılamamanın vicdan yüküyle sosyal medyadan izlerken; tanıdık, tanımadık, aynı düşte buluştuğum sokakları dolduran herkesi selamlıyorum. Bu haklı isyanı paylaşıyorum. İyi ki varsınız. Yalnız değilim, yalnız değilsin.

Duyarsız Z kuşağı öyle mi? Hep beraber utandık mı?

Uzun zamandır hissetmediğim bir duygu, neşe. İçimi neşeyle doldurdunuz. Z kuşağı; siz yürüdükçe ben coştum, siz “Yeter” dedikçe ben gururlandım. Siz geleceğinize sahip çıkınca, ben umutla doldum. İyi ki varsınız. Hepimizi sarstınız. Geleceğinize sahip çıkıp, “Böyle gitmez” dediniz. “Tarih yazdınız.” İktidarın koltuğunu sallayıp, korkuttunuz.

301 arkadaşınız maalesef bayramı tutsak geçirdi. İktidar, uzun zamandır halktan, gençlerden her korktuğunda sopasını sallıyor. Korkutmak, sindirmek istiyor. Peki, bu gençlik sinecek gibi mi? Bence öyle politize oldular ki buradan geri adım atmazlar. Gençler, talepleri konusunda daha da keskin ve ısrarcı olacaklar. Elbette tüm tutsaklar gibi 299 gencimizi de geri alacağız.

Sizden öğrendiklerimle devam edeyim: Yaşamak ama doyasıya, aşkla, dansla, el ele ve neşeyle, mizahla hep yana yana duracağız. Bir hafta boyunca, mizah da gençliğin yaşama sevinci ve neşesi de sokaktaydı. Pikachu’dan Batman’e, dans-müzikten şen kahkahalara, yüzümüzü güldürüp düşündürdünüz. Direniş de yaşamın bir parçası, öyleyse bildiğimiz gibi direnelim neşeyle. Bu yüzden kendimize gelelim ve ne olursa olsun, karalar bağlamak yok diyelim. Her durumda bize yakışır yaşamayı sürdürelim.

Bize düşen Z kuşağını anlamak ve ulaşabilmektir. Aynı dilde buluşmalıyız. Örgütlü mücadelenin yeni yollarını bulma, aynı dili konuşanlarla buluşma ve mücadelede yan yana durmanın zamanıdır.

7’den 70’e “Yeter artık” dedik.

Gerçekten neydi bizi bir hafta sokağa döken? Haksız tutuklamaların tetikleyici olduğu bir gerçek. Fakat neydi bizi sokakta birleştiren? Bence, “YETER ARTIK, BIKTIK” duygusu. Ortak nokta, bardak taştı, yeter artık duygusu oldu.

Yoksulluk öyle korkunç boyutlarda ki ailece intiharlara şahit olduk. Her gün istismara uğrayan çocukları çaresizce takip ediyoruz. Her gün mahkeme salonlarında adalet arıyoruz. Ya kadın cinayetlerinin, ya tecavüz mağdurlarının, ya işçi cinayetlerinin, ya depremde yitirdiklerimizin, yangınlarda kaybettiklerimizin ya da ihmallerin yol açtığı tren kazasında yitirdiklerimizin peşinde, günlerce, aylarca, yıllardır adalet arıyoruz.

Hayalleri çalınan, yoksulluk içinde okumaya çalışan ve işçileşen koca bir gençlik. Gelecek kaygısı içinde, yaşamdan koparılan hayatlar. Hepsine “YETER” dedik. “Biz de varız” dedik. Bize yıllardır “Sen kimsin ki?” diyorlar. Bizi yok sayıyor, aşağılıyorlar. İş yerinde, sokakta, evde dışlanmaktan bıktık. Haftalardır, “Biz de varız” çığlığı atıyoruz.

Z kuşağı bize önemli dersler verdi. Geç olmadan görelim.

İnadına yaşamak. Mizah, neşe, dans ile sokakları yaşanır kıldılar. Elbet önemli olan kazanmak. Fakat bugün, tam şu an nasıl yaşıyoruz? İşte bizi ayıran ve isyan etmemize sebep olan duyguları tekrar hatırlayalım. Aşkla, neşeyle sarılalım hayata. “Daha iyisini hak ediyoruz” diyelim. Daha iyi bir yaşam için inat edelim. O gün yakın, elbet gelecek.

Yediğimiz coplar, bizi birleştiriyor.

Neden mi? Çünkü o coplarla yeniden ve yeniden üretiyorsunuz: “Sen kimsin ki?” diyorsunuz. Tam da bu yok sayılma duygusu, bizi birleştirip güçlendiriyor. Bizi ayırdığınızı sandığınız o coplarınız, bizi daha da kenetliyor. Söyleyelim iktidara: “Coplarınız vız gelir bize.”

Biz kim miyiz? HALKIZ.

Peki, siz kimsiniz? Bugün var, yarın yok olmaya mahkûm bir iktidar, o kadar!

Boykot ve devrim

Bir günlük boykotun elbette etkileri olmuştur. İktidarın tepkisinden de başarıya ulaştığı kesinlik kazanmıştır. Hem ekonomik hem siyasal kazanımları olmuştur. Şimdi size çok önemli, örgütlü, büyük bir öfke patlamasıyla Rosa Parks’ın kıvılcımını yaktığı, devrim niteliğindeki siyahilerin otobüs boykotunu hatırlatmak istiyorum.

Mutlaka hatırlayanlar olacaktır. 1955’te ABD’de siyahiler, otobüslerde ayrımcılığa uğruyorlardı. Otobüse farklı kapıdan biniyor ve en arkaya, kendilerine ayrılan bölüme oturabiliyorlardı. Beyazlara ayrılan ön tarafta yer olsa da oturamazlar; fakat bir beyaz oturmak isterse, siyahlara ayrılan bölüme gidip birini kaldırıp yerine oturabiliyordu.

Bir gün, Rosa Parks kendisinden yerini isteyen bir beyaza yerini vermeyi reddettiği için tutuklandı. Bu olay sonrasında tam bir yıl siyahiler otobüslere binmedi ve her yere yürüdüler. Bu boykot, bir yıl sonunda siyahilerin otobüste yaşadığı tüm ayrımcılığı sona erdirdi. Siyahiler büyük bir zafer kazandı.

Son için:

Halk direniş hafızasını geri kazanıyor. Kaybedecek bir şeyi kalmayanın, korkusu da kalmaz. Tüm korku duvarları yıkılmıştır. Bu halkın kaybetmekten korktuğu tek şey, onurudur. Halk aşağıdan örgütleniyor. Artık verilenle yetinmiyor. Daha iyisini hak ettiğini biliyor ve istiyor.

Biz bu ülkenin %99’uyuz. İstersek hayatı durdururuz. Boykotlarla, genel grevin birleştiğini düşünün; önümüzde hiçbir güç duramaz. Değişim mümkün, tek çare örgütlenmek.