“Biz ne mükemmel dostlarız ki
kelimesiz ve yazısız
anlaşırız…”
Nâzım Hikmet
Daha adını görmeden beni anlattığını düşündüm Turgut Yasalar’ın, teşekkür etmeye hazırlanıyordum, ama önce okudum.
Nâzım Hikmet, sinemayla da uğraşmış, önemli bir şair. Ne demişse doğru demiştir, dizelerinde… Yazısız ve kelimesiz anlaşanlardır sinemacılar. Kitapta anlatılan sinemacıların dışında kalanlar için de geçerli bu…
Dayanışma…
Diğer sanat dallarından ayrıldığı belirleyici nokta, bir endüstri oluşu nedeniyle ekip çalışması olduğudur, sinemanın. Parmağınızla kuma bir resim çizebilirsiniz -kalıcı olmayabilir, ama kimse resim olmadığını iddia edemez. Bir avuç toprakla heykel de yapabilirsiniz… Bir kâğıt bir kalemle roman veya şiir yazmanıza da bir engel yoktur. Kuşkusuz, birikimi göz ardı etmiyorum. Duygu ve düş gücünü de… O her yerde ve her zaman gerekli. Ancak sinema için oluşturduğunuz öykünün senaryolaştırılması, filme çekilebilmesi için mekân ve oyuncu bulunması, negatif ve pozitif film almanız, tabii, bunlarla birlikte kamera, ışık, ses ve set ekipmanları gerekir. Bununla da bitmez… Karanlık odalarda, tanrının bile bilmediği bir sürü işlemden geçen film şeridinin üzerinde şekiller belirir (tamam, eskidendi, artık bu aşama yok, itiraz etmiyorum), sonra o şeritleri düşleriniz doğrultusunda kesmeniz, yani montajlamanız gerekir. Hemen buraya bir parantez açıp kurgu ile montajı ayırmak gerektiğini belirtmeliyim. Kurgu senaryoda oluşturulan, montaj ise pelikülün ve/veya videobantın, dijital görüntünün birbiri ardına getirilmesidir.
Sette yaşananlar…
Turgut Yasalar, gerek kendi yaşadıklarını gerekse aynı kuşaktan birçok yönetmenin yaşadıklarını akıcı bir dille (ne de olsa metin yazarı) aktarıyor. Bu zorlukl
Robert Rodrigez…
Daha yirmi üç yaşındayken çektiği bir filmle Hollywood’da da üst üste film çekmeyi başaran Rodrigez’in, kendisine nasıl yol gösterdiğini, nasıl da güç verdiğini anlatarak başlıyor Yasalar kitabına… Tabii, filminin de savsözü olan “Leoparın kuyruğunu asla tutma, tutarsan da asla bırakma” demeyi atlamadan.
Serdar Akar, Kudret Sabancı, Mustafa Altıoklar, Handan İpekçi, Reis Çelik, Derviş Zaim, Ümit Ünal, Ahmet Uluçay, Uğur Yücel, Yüksel Aksu, Hüseyin Karabey, Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan, Atalay Taşdiken, A. Haluk Ünal’ın hangi şartlarda, ne gibi sorunların üstesinden gelerek “leoparın kuyruğunu tuttuklarını ve/veya asla bırakmadıklarını” öğreniyoruz.
Hepsi bizim için rehber…
“İnancı olun kuş yeraltında da uçarmış”, benim Rıza Baloğlu ile birlikte çektiğimiz ilk kısa filmin savsözüydü. Yeter ki isteyin, yeter ki kararlı olun… Eninde sonunda başarıyı yakalarsınız. Sonrası size kalmış, ya kaybolursunuz o cangılın içinde ya da sürdürürsünüz film çekmeyi.
Kitapta yaşadıklarını anlatan her bir yönetmenin başından geçen aslında birer film öyküsü… tıpkı “benim hayatım bir roman” der gibi… Onlar yılmadıysa, onlar yapabildiyse siz niye yap(a)mayasınız ki! Hele de her geçen gün, gelişen teknolojinin de desteğinde, daha da kolaylaşan bu alanda. Elinizdeki cep telefonu iyi bir kamera aynı zamanda (biliyor musunuz, uzaydan en net görüntüleri gönderen Hubble teleskopu 1 megabayt gücünde, sizin telefonunuzun kamerasıysa 6 ile 12 megabayt arasında değişiyor). Evdeki bilgisayarınızla en zorlu montajı bile yapabilirsiniz. Demek ki karar vermeniz ilk adım için yeterli. Nazım Hikmet’in dizelerindeki o “mükemmeliyet” daha önce bu yoldan geçmiş olanlardan gelecektir, hiç yüksünmeden, sakınmadan…
Ben Bir Dâhiyim Ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim, Turgut Yasalar, Söyleşiler, Karakarga Yayınları, Ağustos 2018, 235 s.
(sadibey.com'da yayımlanmıştır)