Bu kez biraz da bizlerden, meslekten ve de karşılaştığımız uygulamalar yoluyla mesleğin saygınlığının nasıl yok edilmek istendiğinden söz edeceğim.
Gazeteci, kamu adına yapılan ve yapılamayan işleri takip eden, eksikleri ortaya çıkartıp ilgililere ileten, fikir özgürlüğünden vazgeçmeden eleştiren ve sorgulayan, toplumsal sorumluluktan da uzaklaşılmaması gereken bir meslektir.
Ama, birçok konuda hassaslığa dayanan bu mesleği icra edenlerin içinde bulunduğu durum pek de iç açıcı değil. Özellikle de yerel basın kuruluşları ve bu kuruluşlarda çalışan gazeteciler.
Durumu, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ‘’Türkiye’de yerel gazeteciliğe odaklanan saha çalışması’’ başlığı altında özetlemeye çalışmış. IPI, bu sonuçları Türkiye Gazeteciler Sendikası’na bağlı TGS Akademi’de düzenlenen basın toplantısıyla da açıkladı.
IPI Direktörü Barbara Trionfi, 150’den fazla gazetecinin hapiste bulunduğu ve yüzlerce gazetecinin yargılandığı bir ortamda gazetecilerin kaliteli ve özgürce gazetecilik yapmasından bahsedilemeyeceğini vurgularken, ülkemizdeki sistemin her alanda olduğu gibi gazetecilikte de çarpık geliştiğini anlatıyor.
Trionfi’nin de dikkat çektiği üzere, ülkemizde 2016’dan itibaren daha fazla gazeteci hapse girdi. Konuyu derin bir bakış açısıyla değerlendiren Trionfi’nin şu sözleri asla unutulmamalıdır.
‘’Olumlu değişikliklerin olacağına dair beklentilerin yaşandığı bir dönemde, bir kuşak gazeteciyi kaybetmemek adına bu kapasiteyi nasıl geliştirebileceğimize bakmak adına bu raporda çalıştık. Gördüğümüz eksiklikleri söyle özetleyebilirim. Gazetecilik üzerine Türkçe, Kürtçe ve Arapça Kitlesel Çevrimiçi Kurslar ve buna uygun açık kaynaklı müfredat hazırlamak. Ülkenin her yerinde toplumun yeni medya okuryazarlığını artırmak amaçlı, halk odaklı yaratıcı kafeler ve gazetecilik tecrübe merkezleri açmak. Doğaçlama haber merkezleri kurma hedefine yönelik ilk aşama olarak yereldekiler başta olmak üzere ülke çapında güvenilir haber kurumlarını ve yerel muhabirleri belirlemek. Erken evredeki gazetecilik girişimlerini desteklemek amacıyla kuluçka ve hızlandırıcı programlar hazırlamak. Türkiye’nin genç gazeteci nesillerine eğitim ve motivasyon amaçlı sponsorlu yurtdışı staj programı sağlamak ve yeni bir gazetecilik ödülü oluşturmak.’’
Bu değerlendirmedeki her cümle çok değerli ve gazeteciler açısından çok derin anlamlar içeriyor.
Gazetecilerin, bağımsız, kamu yararına gazeteciliğin yaşayabileceği belli alanları olmalı. Türkiye’deki gazetecilerin böyle alanları olmasa bile sergiledikleri irade ve azim takdire değerdir.
Bunu, ülkemizdeki egemen ideolojik anlayış görmese ve de görmek istemese de, uluslararası meslek örgütleri görüyor ve takdir ediyor.
Yüzlerce gazetecinin yargılandığı ve hapsedildiği bir ortamda özgürce gazetecilik yapılamayacağı çok nettir. O nedenle, bizlerin, gazetecilere ve gazeteciliğe yaşam alanları yaratmak gibi çok önemli bir görevimiz var.
Bunu nasıl yaparız, işte orası tartışmalı.
Bu konuda, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) 24 Temmuz Basın Özgürlüğü Günü dolayısıyla yayımladığı mesajdan alıntı yaparak da değinmek gerek.
Gazetecilerin düşünceleri ve haberleri nedeniyle hedef gösterilmediği, işten atılmadığı, gözaltına alınmadığı, tutuklanmadığı bir Türkiye’de 24 Temmuz’u bayram olarak yaşamayı diliyoruz” denilen TGC açıklamasında yer alan ifadelerden bir bölümü şöyle:
‘’Gazetecilik mesleği tarihin en güç döneminden geçerken, gazeteciler işsizlik, sansür, oto sansür, davalar ve gözaltılarla baskı altında tutulmaya devam ediyor. Gazetecilerin görevlerini özgürce yapmalarına müdahale edilerek halkın haber alma hakkı engelleniyor. Bugüne kadar 10 bini bulan işsiz gazeteci sayısına her gün yenileri ekleniyor.
Basın İş Kanunu’na göre çalıştırılan gazetecilerin dört katı kadar hukuksuz çalıştırılan gazeteci bulunuyor. Basın özgürlüğü endeksinde 157. sıradaki Türkiye, en fazla profesyonel gazetecinin hapiste olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Çalışabilen gazetecilere de iktidarın taleplerine uygun ‘tek tip haber yazmaları, tek tip gazeteci’ olmaları dayatılıyor.
Şeffaflık ve basın özgürlüğü çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Çok sesli çağdaş bir toplum olabilmenin yolu, basın ve düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasından geçiyor. İktidar ve muhalefetin basın ve düşünceyi ifade özgürlüğünü geliştirecek, toplumsal barışı ve kardeşliği oluşturacak bir tutum belirlemesine büyük ihtiyaç duyuluyor.’’
Sonuç olarak;
Siyasi irade, elinde tuttuğu ve gazetecilerin tepesinde demoklesin kılıcı gibi salladığı sopayı bir kenara bırakarak, düşüncenin yaygınlaştırılmasının önündeki engellerin kaldırılması için gereken adımları atmalı. Meslek örgütleri de, gazeteciliğin gerçek işlevine yeniden dönüşü sağlayacak birikimini yaygın biçimde propaganda edip, saygınlığı artırıp gazetecilerin onurunu korumasına katkı sağlayabilmelidir.
Bunlar yapılamazsa, gazeteciliğe yaşam alanı yok, olmayacak da…