Bir ceset var ortada. Ölü bir beden… Körpecik… Kapısının önünde… Çığlık çığlığa bir sabah aydınlanıyor. Anne taziyeleri kabul etmek istemiyor. Anne çok şaşkın… Haberlerde izlediklerinin kendisinin de başına geleceğinden hep endişeli. Ama dua ediyor her seferinde. Duanın gücüne inanmak istiyor. Gece sokağa çıkarmıyor zaten kızını. Sokağın istediği gibi giydiriyor zaten. Gözünden sakınıyor onu ama dışarıda onun gözünü oyacak insanların olduğunu da biliyor. Karanlık yarınlara uyanmak yoruyor anneyi. Bir ölüm kalım savaşı Bu ülkede yaşam. Ve bu savaşta hayatta kalabilmek en büyük galibiyet.
Başka bir kadın oturma odasında LCD ekran televizyonundan izliyor bu haberi. Televizyon ekranı oldukça büyük. Ve o ceset, o cani, o çocuk, o anne evin içine giriyor. Televizyona asılı kalıyor gözleri. Canı acıyor belki de canı sıkılıyor belki de o an korkuyor. Ama sonra mutfakta çayın altının açık olduğunu hatırlayıp mutfağa koşuyor. O çocuk, o ceset, o anne, o cani mutfağa geliyor onunla birlikte. Masanın üstündeki cep telefonunu eline aldığında ilk önce çocuk kayboluyor, sonra ceset sonra cani. Bir sonraki habere kadar hatırlanmak üzere unutuyor hepsini.
Genç bir kadın çok üzgün annesini arıyor bir öğlen vakti. Canı çok sıkılmış. Bir kadın bedeni daha bütün ülkenin gözleri önünde yerde kanlar içinde yatıyor. Bir sabah vakti bir bıçak darbesiyle nefesini kesmiş cani. Ve haber olmuş cinayetin adı. Alışamamış genç kadın cinayet dedikleri şeyin haber olmasına. Bir sürü insan bağırmış, lanet okumuş, adalet aramış, adaleti bulamamış, ilgililer açıklama yapmış, bilgililer bilgi vermiş, yetkililer de abartmayalım demişler. Genç kadın çığlık çığlığa aramış annesini. İsyan ediyor şimdi telefonda. Annesi dinliyor onu büyük bir kahırla. Çünkü bu sesin bir ÇIĞ’ın habercisi olduğunun annesi de farkında…Annesi o çığlığın bir ÇIĞ’a dönüşeceğini ve altında bütün bir ülkenin kalacağını da biliyor.
ÇIĞ çok yaman bir olaydır. Deprem gibi sert ve karanlık değildir çığ. Beyaz bir ölümdür ıslak ve sancılı. ÇIĞ çok yorar insanı, ucu bucağı yoktur. Ege sahillerine kaçmak, evi onarmak, daha pahalı bir siteye taşınmak, daha sıkı giyinmek, güçlü dostlar edinmek, televizyonu kapatmak gibi önlemler alamazsın ÇIĞ’ın karşısında. Çığ çığlıkla beslenir. O sesi çıkarmana bakar her şey. Ve bir gün o ceset, o anne, o televizyon, o televizyonun karşısındaki kadın tiz bir çığlık çıkarır. ÇIĞ gökyüzünde bekler seni sabırla. Ve çığlık kulağına geldiğinde bütün ihtişamıyla dökülür yeryüzüne. İşte o andan itibaren hiçbir yetkili, hiçbir bilgili, hiçbir cani, o beyaz ölümden kurtulamaz. Toprak körpecik cesetleri zaten almıştır içine. Yeni gelenler ve gelecek olanlar o körpeciklerin diyetidir…
ÇIĞ bir intikam şeklidir en beyaz en uzun en sancılı…
Sanmayın bu topraklara o ÇIĞ düşmez. Sadece bir gün sıranın kendisine geldiğini anlamaya bakar her şey. Ve bir gün annem sokağa çıkıp bağırır, bir gün kızım annemin arkasında yürür, bir gün arkadaşım annemin koluna girer, bir gün sevdiğimin annesi Arapça ağıt yakar, bir gün Kürt kardeşim şalını havaya savurur, bir gün Çerkez komşum avazı çıktığı kadar şarkı söyler; işte o gün ÇIĞ düşer yere. Hiçbir mikrofon bulamazsınız açıklama yapacak. Çünkü o gün bütün kadınlar mikrofonları yutmuş, sesinizi kesmiş, ölünüzü kaldırmıştır….