Okul bitmiş, hemşire çıkmış, yüksekokulu da kazanmıştı. Kalbinde kelebekler uçuran hayalleri vardı. Sınırları oldukça belirgin olan küçük dünyasına uygundu hayalleri. Okumaya gidecek çalışıp üniversiteyi de bitirecekti. Âşık olup, evlenecekti.
Öylesine mutluydu ki eve gelen görücülere aldırmadı bile. Kendisine fikrinin sorulmayacağını aklına dahi getirmedi. Zaten hayır demeyi de bilmezdi. Kendisinden 13 yaş büyük kocasına verildiğinde 17’sindeydi daha. İtiraz edemedi hiç. Nasıl itiraz edilirdi öğrenmemişti. Üzgündü. Üzülme diyorlardı. Söz verdiler okutacaklar seni. Bunca cezanın arasında üniversite okumasını lütfetmişlerdi. Ona iyi bakacaklar, rahat ettirecekler ve okutacaklardı. Daha ne isterdi.
Özgürlük nedir hiç bilmeden kadın oldu, çok geçmeden de ana. Söz tutulmuş, okula gitmesine izin verilmişti ya. Gitmemesi için tonlarca sebep oluşturulmuştu. Hastanede çalışıyor, nöbetten çıkarak binbir güçlük içinde okula gidiyordu. Okuldan sonra da koşarak eve, yemeğe, çamaşıra, bulaşığa...
Gece çalışıp gündüz okula gitmesi, okuldan sonra da kocasının ve ailesinin tüm işlerini de bitirmesi gerekiyordu. Görevlerini ihmal ederse okuyamazdı. Tüm bunları yaparken hamileydi üstelik. Kadının en büyük görevi çocuk doğurmaktı.
Kocası ile ayrı bir hayatı olmadı hiç, baş başa bir sofra da oturamadılar. Kaynanasından izinsiz değil sokağa çıkması, bakkala gitmesi yasaktı. Maaşını hiç bilmedi kendine ait 1 lirası olmadı. Fakirlikten değil, zengin bile sayılırdı kocası. Gelin dediğin hizmet etmeye yarardı. Sadece söyleneni yapar kendi başına hiçbir şey yapamazdı. Çocuğuna bile yaklaşamıyordu kimi zaman. Söylenen her şeyi sorgulamadan yapmaya çalışıyordu. Kaynanasını, kayınbabasını hatta görümcesini memnun etmek için insanüstü çaba sarf ediyordu. Yoruldum demeyi bile unutmuştu çoktan. Yine de memnun edemiyordu kimseyi yorulmak bir şey değildi ama bu derin sevgisizlik, bu acımasız saygısızlık bazen dayanılmaz oluyordu. Kendi evinde köle gibiydi. Kendini birey sanmasın diye olacak adı ile bile seslenmiyorlardı ona. Taktıkları isim ile çağırıyorlardı. O evde adını unuttu, kadın olduğunu unuttu ve zamanla insan olduğunu da.
İnsan olduğunu hatırladığı, saygı ve sevgi gördüğü ve en önemlisi dinlenebildiği tek yer çalıştığı hastaneydi. Ailesi ile görüşmesi de yasaktı. Bu yasağın da nedenini diğerleri gibi bilmiyordu. Hayır demeyi bilmediği gibi sorgulamayı da bırakmıştı. Sorgulamayınca daha katlanılır gibi geliyordu.
Her türlü zulme, psikolojik şiddete dayanmak için kendince sebepler buldu. Aşağılanmaya, insan sayılmamaya direndi. En çok kızı için katlandı. Yanında ona destek olan dostları vardı. Onların desteği güç veriyordu ama bu güçle sadece yaşayabiliyordu. Ölmeyi düşündüğü anlar çok olmuştu. Her şeyden korkuyordu. Sesi biraz yüksek çıksa kendi sesinden bile.
5 yıl sürdü bu direniş. Beş yılın sonunda gücünü toplayıp kaçmaya karar verdi. Yol parasını bile arkadaşından alıp çıktı evden. Giderken yine korkuyordu. Babası da almazsa onu eve ne yapardı küçücük çocukla sokakta. Kime gidip sığınırdı. Evini terk etmiş bir kadına sahip çıkar mıydı babası. Ama geri dönemezdi. Bunu denemeye mecburdu. Bu düşüncelerle çaldı baba evinin kapısını.
Kapıyı açan annesi onu görünce çok mutlu olmuştu. İlk kez gördüğü torununu kucakladı heyecanla. Kapıda durmuş öylece kalmıştı. Annesine; “babamı kapıya çağır” diyebildi sadece. Yorgundu hava buz gibi olduğundan üşümüştü. Komşuya gider gibi çıkmıştı evden. Mont bile giyememişti. Hiçbir eşyasını alamamıştı ama kızını alabilmişti ya ona yetiyordu.
Babası da torununu görme sevinci ile gülerek geldi kapıya “girsene kızım içeri” dedi. Tüm gücünü topladı. “baba ben geldim, ama gezmeye gelmedim. Üstelik artık iki kişiyim. İkimizi birden kabul edersen eve gireyim” demeyi başardı. Sesinin çıkmasına şaşırıyordu ve babasının cevabını beklerken korkudan ölebilirdi. Biliyordu “bu evden gelinlikle çıktın, ancak kefenle geri dönersin “ diyecekti babası.
Duymadı bu sözleri, baba evinin kapısı sonuna kadar açıldı. Geri dönmemek üzere adım attı eşikten. Garip bir mutluluk duyuyordu. Bir erkekten kaçmış, başka bir erkeğe sığınıyordu. Kendi kendine sığınmayı hiç bilmiyordu ki.
Boşanması da kolay olmadı elbette. Kızını elinden almak istediler, bu yüzden her türlü iftiraya uğradı. Kızının velayetinden başka hiçbir şey istememişti oysa. Kızının ondan koparıldığı kâbuslarla dolu geceler, kaçırılacağı korkusu ile günler geçirdi. Ve nihayet boşandı ve kızının velayetini de aldı.
Korku dolu günler bitmişti ama kadın olmayı öğrenemeden “dul kadın” olmuştu. Hayat tüm heybeti ile karşısında duruyordu durmasına ya bir adım atacak gücü kalmamıştı. Özgüveni yerle bir edilmiş bir kadındı, ne yapacağını bilmiyordu. Son kalan gücü ile başkaldırmış yazgısını değiştirmişti. Şimdi yeniden inşa etmeliydi kendini. Kendini inşa etmek için en yakınında ki kadınlara tutundu. O kadınlar yanında olduğu için artık hiç korkmuyordu…”
20 yıl öncesinden bir kadının hikâyesi bu anlattığım. Yıllar öncesinden, özlemli bir hikâye gibi yazmayı, “eskiden kadına değer verilmezdi, şimdiki gibi değildi ülkemiz” diyerek bitirmeyi çok isterdim. Öyle kötü günler yaşıyoruz ki bu günlerde, geçmişi özler olduk nerdeyse. Her gün bir yerden öldürülen şiddet gören kadın hikâyesi duyuyoruz.
Farkındalığımız artıyor artmasına ama çaresizliğimizin büyüklüğünü göstermekten başka bir işe de yaramıyor artık. Yönetici erk, en temel yaşam hakkını bile koruyamıyor. Hayallerimiz; güçlü, eğitimli, donanımlı ve mutlu kadınlar iken. Gerçeklerimiz; nefes alan kadınları bile hayale çeviriyor artık.
Kadınlar ise sadece birbirlerine tutunabiliyor. Başarmış kadınların hikâyelerinden güç alıyor. Dost kadınların elini tutarak kalkıyorlar düştükleri yerden. Bir başka kadın hikâyesi okuyup değiştiriyorlar yazgılarını. Kıtalar ötesinden birleşen kadınların dans ederek meydan okumasından öğreniyorlar birleştikçe korkutan bir güce sahip olduklarını.
Dans ederek çözülmeyecek elbette sorunlar ama en temel anayasal hak olan yaşam hakkını sağlayamadığı halde, başka ülkelerde daha çok kadın ölüyor diyerek kendini başarılı sayan aklı evvellerin, bunu söyleme yüzsüzlüğüne şaşıyorum.
Kadınlar birbirlerinden güç aldıkça değişecek bu şiddet düzeni. “Aklı evvel soysuzlara” saygı duymayı öğretene kadar susmayacağız ve durmayacağız. Hep birlikte konuşmaya, yazmaya, dans etmeye ve dimdik yaşamaya devam edeceğiz.
Saygıyla selamlayalım, kendini küllerinden yeniden doğuran, mücadeleyi asla bırakmayan ve birbirine güç veren kadınları.
Selamlayalım, cesur, güçlü ve dimdik duran, her şeye rağmen başaran, hikâyemin kahramanı koca yürekli kadını.
Ve mutlu yıllar dileyelim o kadına. Yıllardır el ele olduğum dostumun doğum günü bugün zira. Sen hep mutlu ol kadın, yanımda kal o güzel varlığınla