Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, bütçe görüşmeleriyle ilgili TBMM'de basın toplantısı düzenledi.
Grubu olmayan partilerin söz hakkının kısıtlı olduğunu belirten Ahmet Şık, "Bu yılın bütçe görüşmeleri sırasında bu basın toplantılarını biraz daha sık yapacağız. Meclis yapısı itibariyle çoğulculuğa değil çoğunlukçuluğa dayalı olmasının yanı sıra iç tüzüğünün anti demokratik yapısı nedeniyle grubu olmayan partilerin temsilcilerinin söz hakkı neredeyse yok. Bugüne dek grubu olan muhalefet partilerinin dayanışmasıyla özellikle bütçe görüşmeleri sırasında kürsüden halkın sesini duyurmaya çalışıyorduk" diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı TBMM'de ayakta karşılayan CHP'ye yönelik eleştirilere CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in "Bir tanesi çıkmış biz kimsenin karşısında ayağa kalkmayız… Ya partinin oyu yüzde 1,5 ve bizden giden tepki oylarıyla alıyorsun. Meclis’teki her konuşmanızı biz devrettik geçmişte sana, ben devrettim" açıklamasını hatırlatan Şık, şöyle devam etti:
CHP'DEN SÖZ TALEBİMİZ OLMAYACAK: Geçmişte bu dayanışmayı gösteren CHP’nin yeni genel başkanının katıldığı bir yayında, siyasi tutumuna dönük yaptığımız eleştiriye bozulması üzerine nezaket sınırını da aşan biçimde konuşma haklarımızı bize lütfettiğini ifade ettiğini söylemesi üzerine bu yıl kendilerinden bir söz talebimiz olmayacak. O yüzden bu yılki bütçe görüşmelerinde, basın toplantıları aracılığıyla sesimizi duyuracağız.
ÖNLENEBİLİR NEDENLERLE GERÇEKLEŞEN İŞ CİNAYETLERİ CEZASIZLIKLA ÖDÜLLENDİRİLİYOR: Bugün 10 Aralık İnsan Hakları günü. Ve Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin gaspı hâlâ kesintisiz devam ediyor. Yaşam hakkına dönük ihlallerin yanı sıra sokak eylemlerinde, gözaltı merkezleri ve hapishanelerde işkence yaygın ve sistematik olarak sürmekte. Kadınlar bir cins kırımın mağduru olarak öldürülmeye devam ediyor. Sokak hayvanları yasal güvenceyle katlediliyor. Sendikal hakları için mücadele eden işçilerin işsiz bırakılması da önlenebilir nedenlerle gerçekleşen iş cinayetleri de cezasızlıkla ödüllendiriliyor.
'ETKİ AJANLIĞI YASASI'YLA MUHALİF HERKESİN HAPSE KONULMASININ YOLU AÇILIR: Avukat Selçuk Kozağaçlı ezilenin, hakkı yenenin savunmasını üstlenmesinin diyeti olarak hapiste. Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Osman Kavala İHAM karalarına, Hatay halkının iradesiyle seçtiği milletvekili Can Atalay ise AYM kararlarına rağmen hapiste tutulmaya devam ediyor. Kayyım atamalarıyla halk iradesi bir kez daha gasp ediliyor. Gazeteciler hapsedilmeye ya da haberleri nedeniyle yargı taciziyle karşılaşmaya devam ederken adına "etki ajanlığı yasası" denilen bir düzenlemeyle saray iktidarına muhalif herkesin sesinin kısılmasının, hapse konulmasının yolu açılmaya çalışıyor.
ADALET BAKANLIĞI YURTTAŞLARIN HAKLARINA ULAŞMASININ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELLERDEN BİRİ: Böyle bir tablonun egemen olduğu bugün, Meclis’te Adalet Bakanlığı’nın bütçe görüşmeleri yapılıyor. Adalet Bakanlığı bütçesinin 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne denk gelmesi de ancak talihsiz bir tesadüfle açıklanabilir herhalde. Çünkü temel hak ve özgürlükleri düzenleyen insan hakları kavramı neyi gerektiriyorsa Adalet Bakanı ve Bakanlığı bunun tam tersini temsil ediyor. Adalet Bakanlığı yurttaşların haklarına ulaşmasının önündeki en büyük engellerden biri haline gelmiş durumda. Çünkü memleketin en sorunlu alanı olan yargı, gücü elinde tutana muhalif herkesi yutan ve yutacak olan bir kara delik haline dönüşmüş durumda.
ASGARİ DEMOKRASİ VE HUKUK NORMLARI KALMADI: Türkiye’de yargıya dair pek çok şey söyleyebiliriz. Hepsi doğru ya da yanlış çıkabilir. Ancak Türkiye’nin değil hukuk bir kanun devleti bile olmadığını söylemek yanlış olmaz. Sıradan bir baskı aracı olarak örgütlenmiş bir yargı eliyle kurulu suç düzenine taraf olmayan herkes vatan, millet, dava, ezan söylemleriyle terörist ilan edildi. Yurttaşların insan olmaktan kaynaklı temel hak ve özgürlükleri ihtiyaca göre kolaylıkla yok sayılan bir teferruat seviyesine düşürüldü. Hukuk devletinin şartı sadece iktidarı elinde tutanların değil de tüm yurttaşların kendisini güvende hissetmesidir. Eğer bu güven hissi yoksa hukuk devleti de yoktur. Muhalefetin siyasi rakip değil düşman olarak algılandığı ve yargının iktidarın emrinde bu algıya uygun kararlar aldığı, idarenin topyekün bir mobilizasyon içinde davrandığı bir rejimde asgari demokrasi ve hukuk normları da kalmamıştır.
MASUMİYET KARİNESİ, 'HUKUKTAN MAHRUMİYET KARİNESİNE' DÖNÜŞTÜ: Türkiye hiçbir zaman bir hukuk devleti olamamıştı ama son birkaç yıldır artık yasa devleti de değildir. Yasalara ve kurumlara dayanan bir devlet hiç değildir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı siyasi iktidarın temsilcilerinin demagojisinden ibaret olan memlekette, yargıya da iktidara uyumlu hâkim-savcı sınıfı egemen oldu. Sahip oldukları makam ve mevkileri liyakatla değil biat ile elde eden, yargı bağımsızlığını “hukuktan bağımsız olmak” diye değerlendiren, masumiyet karinesini “hukuktan mahrumiyet karinesine” dönüştüren, emirle soruşturma/dava açıp talimatla karar veren kuklalardan müteşekkül bir hakim/savcı düzeni...
MAFYA DEVLETLEŞTİ, YASALAR UYGULANAMAZ HALE GELDİ: Türkiye’de, üzerlerinde taşıdıkları cübbelerin, insan hayatından ve özgürlüğünden yapılmış olduğunu bilen ve asgari hukuk normlarını uygulayacak cesarete sahip yargı mensubu yok denecek kadar az. Yani hukuktan; hak, adalet, vicdan ve liyakati çıkardığınızda geriye kalan ne ise Türkiye yargısı şu an odur. Bu yüzden yargıda yer tutmuş ve eksiklikleri noksanlık yaratmayacak olan nice insan var ki kendilerinden maaşlarını çıkardığınızda geriye hiçbir şey kalmıyor. Yargı böyle olunca da devlet kurumlarının tarikat/cemaatlere teslim edildiği, lümpen çetelerinin sokaklara salındığı, korunup kollanan mafyanın devletleştiği, anayasanın tanınmayıp yasaların uygulanamaz hale geldiği, doğal kaynakların sermaye talanına peşkeş çekildiği, halkın birbirine düşman cephelere bölündüğü, para için bebeklerin bile öldürüldüğü, soyguncunun, talancının, vurguncunun korunup kollanırken hepimizin içinde çürüdüğü bir haysiyetsizlik rejimi memlekete egemen oldu.
YILMAZ TUNÇ’U EKRANLARDA NE ZAMAN GÖRÜYORSUNUZ?: Ama Adalet Bakanı Yılmaz Tunç içinse her şey çok normalmiş gibi hayat devam ediyor. Yurttaşlarımıza sormak istiyorum. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u ekranlarda ne zaman görüyorsunuz? Ne zaman memlekette, hukuki bir garabet yaşansa o zaman ekran karşısına çıkıyor Yılmaz Tunç. Bildiği yanıldığına yetmeyecek hukuk bilgisiyle her türlü hukuk garabetini meşrulaştırmak görevi üstlenerek, bunca çürümüşlüğe rağmen, Türkiye’nin hukuk güvenliği endeksinde bulunduğu yeri gösteren değerlendirmelere kafayı takmış durumda. Kara propaganda dediği bu değerlendirmelerin bilimsel kriterlerden uzak ve Türkiye gerçekliği ile uyuşmayan yalanlar olduğunu iddia edip, 'Yargımızın karalanmasına müsaade etmeyiz' diyor.
MAFYADAN RÜŞVET ALAN YÜKSEL KOCAMAN NASIL GÖREVİNE DEVAM EDİYOR?: O zaman kendisine birkaç soru soralım: Hukukun gereğini yapan hâkim ve savcıları oradan oraya sürmekten başka, cemaat ve tarikatları yargıya yerleştirmekten başka, bu işin ehli hukukçuları sırf yandaş değiller diye mülakatlarda elemekten başka ne yaptınız? Yargıdaki yozlaşma, rüşvetle yolsuzluk ağını yöneten cübbeli çeteler, bizzat başsavcıların, hâkim ve savcıların kaleme aldığı şikâyet mektuplarıyla ortaya dökülüyor. Bu hâkim ve savcılar için bu işler büyümesin diye bu işleri sümenaltı etmek dışında ne yaptınız? Ayhan Bora kaplan dosyasında eski Ankara Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın mafyadan rüşvet aldığı İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu raporlarıyla ortaya çıkmış iken hâlâ nasıl hem de Yargıtay üyesi olarak görevine devam edebiliyor? Yalnız Kocaman da değil. Yargıtay gibi bir üst yargı mercii, kirli ilişkiler içinde olan yargı mensuplarının terfi ile göz önünden uzaklaştırıldığı bir yere dönüşmedi mi?
FETÖ BORSASI YOK MU?: 15 Temmuz kalkışmasının ardından esas faillerin kaçmasına göz yumup garibanları tutuklattığınız yargıda, izlerin "FETÖ" diye adlandırdığı soruşturmalara dair bir borsa yok mu? Anayasayı ayaklar altına alan hakimleri ödüllendirmediniz mi? Tek bir kriterden söz edeceğim size. Hadi hukukun üstünlüğü endeksine dış mihraklar deyip bir kulp takıyorsunuz, sokak röportajlarına “manipülasyon” deyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsunuz. 101 tane AYM kararının icra edilmediğini kendi ağzınızla itiraf eden siz değil misiniz? Hukukçu değilim ama AYM kararlarını uygulamayan bir hâkimin, bu ülkede hukuki hiçbir mesleği icra edemeyeceğinin kural olduğunu biliyorum. Hal bu iken AYM kararı uygulamamayı onur nişanesi sayan Akın Gürlek’i, Adalet Bakan Yardımcılığı görevinin ardından siyasi operasyonlarınıza devam etsin diye İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı atayan siz değil misiniz?
ADALETİN OLMADIĞI YERDE ÜLKEYİ YÖNETENLERİN HİÇBİRİ MASUM DEĞİLDİR: Adliyelerde dönen rüşvet çarklarını, yolsuzlukları, kirlilikleri bizzat bir başsavcı şikâyet konusu yapmadı mı? Yargı eliyle yalanı gerçek, dayanışmayı yasak, hak, özgürlük ve eşitlik mücadelesini kriminalize etmiyor musunuz? Filistin diye, İslam diye ağlayıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a "İsrail'le neden ticaret yapıyoruz?" diye soran gençler daha geçen hafta tutuklanmadı mı? Yargıya güven endeksinde Türkiye’nin yerini gösteren çalışmaya öfkelenen bakana birkaç hatırlatma yapmakta fayda var: Türkiye’de yargıya yönelik güven sorununun kaynağı, hukuk devletinin taşıyıcısı olmamasıdır. Memleketin can acıtan esas meselesi hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir yargı düzeninde adaletin tesis edilmesidir. Adaletin olmadığı yerde ülkeyi yönetenlerin hiçbiri masum değildir.
SARAY REJİMİNDEN HALK YARARINA BÜTÇE ÇIKMAZ: Saray rejiminin bütçe yapma süreçleri de yasa yapma süreçlerinin bir benzeri. Uzlaşma aramayan, müzakere ve istişareye kapalı, belli çıkar gruplarına ve ortaklarına, kişisel menfaat hedeflerine dönük, ısmarlama ve adrese teslim çalışmalar. O yüzden bu yılın bütçesi için de geçmiştekilerden farklı bir şey söylemeyeceğim. Memlekette yolsuzluk, yağma ve talan rejimi hüküm sürdüğü müddetçe saray rejiminden halk yararına bir bütçe çıkmaz. Bu iktidar yoksulluğa, yokluğa, yoksunluğa herhangi bir çare üretemez. Yoksulluğa her türlü yolsuzlukla sebep olanların derdi yoksulluğu gidermek değil sürdürülebilir yağma düzeniyle çalıp çırpmaya devam etmektir.
GÖRÜŞMELERİ YİNE KAYIKÇI KAVGASINDAN ÖTEYE GİTMEYECEK: Hal bu iken Meclis Genel Kurulu’nun bütçe görüşmelerinde tanık olacaklarımız yine kayıkçı kavgasından öteye gitmeyecek. Kayıkçı kavgası deyimini ortaya çıkaran hikaye, memleket siyasetinin de egemen düzenin de özeti. Galata Köprüsü inşa edilmemişken İstanbul’da Eminönü-Karaköy arasında yolcu taşımalığı kayıklarla yapılırmış. O dönemde işlerin kesat olduğu zamanlarda ise kayıkçılar, kendi aralarında yalandan bir kavgaya tutuşurlarmış. Küreklerden biri iner bir kalkar, o bağrış çağrış arasında o kürekler hiç kimseye isabet etmez. Ama meraklı kalabalık da izlemeye başlarmış. Kayıkçılar önceden anlaştığı yankesicilerle halkın soyulmasını sağlarmış. Yani kavgayı izliyorum derken meraklı gözlerle bakanları cebindekilerden olurmuş. Sonuçta bugünkü bütçe çalışmaları da geçmişte olduğu gibi bundan farklı değil, hepinize iyi seyirler diliyorum.