DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan'ın bütçe kanunu tartışmalarının birinci gününde yaptığı konuşma, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin siyasi gündeme taşımakta aktif rol aldığı ancak, gündeme getirildiği 2 Ekim'den bu yana pratik adımların sözlere eşlik etmediği "barış" çağrısına partisinin ilk kez birinci ağızdan verdiği derli toplu bir karşılık olarak dikkat çekti.
Yaygın medyada Bahçeli'nin "uzun uzun alkışlaması"ndan tutularak yansıtılan konuşmasında Bakırhan, Suriye'deki iktidar değişikliği ekseninde değerlendirdiği Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak güvenlik ve egemenlik değil özgürlük ve eşitlik temelinde bir yaklaşımın esas alınması gerektiğini ortaya koydu. Bu sözcüklerle ifade etmese de bütçe tartışması zemininde "toplumsal adalet" olmaksızın "toplumsal barış" olamayacağının altını çizdi.
Bahçeli'nin Bakırhan'ın konuşmasını "uzun uzun alkışlaması", Erdoğan'ın Kabine toplantısı sonrasında Suriye'deki olası Kürt kazanımlarına atfen kullandığı "Çakal ne kadar hile bilirse, kurt da kadar yol bilir" deyişiyle bir arada ele alındığında,"barış"a doğru sahici bir adım atılacaksa parlamento cephesinde yükün büyüğünün uzunca bir süre Öcalan, Bakırhan ve DEM Parti'nin akil insanlarınca sırtlanmaya devam edeceğini öngörmek kehanet sayılmaz.
Tuncer Bakırhan'ın konuşmasında, özellikle Orta Doğu ve Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlarına dair sunulan kapsamlı analiz ve çözüm önerileri arasında öne çıkan başlıklar arasında şunlar vardı:
Suriye'nin geleceği ve demokratikleşme
Bakırhan Baas rejiminin çöküşü sonrası Suriye'de demokratik bir düzen kurma çağrısı yaptı. Halkların haklarının demokratik bir anayasa ile güvence altına alınması gerektiğini vurguladı ve Türkiye'nin de Suriye'deki Kürtlerle diyalog kurması gerektiğini belirtti.
Türkiye’nin ekonomik ve sosyal sorunları
Bakırhan AKP iktidarının kapitalist sömürü ve kâr mantığını esas alan yanlış politikalarının ekonomik eşitsizliğin yanısıra toplumsal çürümenin de kaynağınını oluşturduğuna yönelik eleştirileri Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün iktisadi temellerini de gündeme getirerek 2025 bütçesindeki kaynak dağılımının asimetrisine dikkat çekti. Yoksulluğun giderilmesine ayrılan kaynakların borç faizlerinin geri ödenmesine ayrılan kaynaklar yanındaki küçüklüğüne dikkat çeken Bakırhan, bir an için gerçekleşebilse bile barışın bu eşitsizlikler altında yeniden çökmeye mahkum olduğunu hatırlattı.
Bakırhan'ın bütçe eleştirisinin tam metni TBMM Genel Kurul tutanaklarının yayımlandığı TBMM web sayfasında yer aldı. Bakırhan'ın konuşmasından bazı bölümler şöyleydi:
"AKP iktidarının Kürt kazanımlarına dönük yeni bir saldırısı Orta Doğu’daki ateşi harlayacaktır"
Değerli milletvekilleri, Orta Doğu'da tarihî anlara tanıklık ediyoruz. Suriye'de altmış bir yıldır iktidarda olan Baas rejimi dün itibarıyla çöktü. Suriye halkı hem öncesinde hem de 2011 yılından sonra yaşanan iç savaşta büyük acılar, zulümler ve katliamlar yaşadı. Suriye, insanlık tarihinin medeniyet merkezlerinden biri olmasına rağmen baskı, zulüm, yok sayma, ölüm ve şiddetten bir türlü kurtulamadı. Bugün Suriye'de yeni bir döneme girme fırsatı var; artık, kin, öfke, intikam duygularıyla değil, demokratik bir düzen yaratma isteğiyle hareket etme zamanıdır. Suriye'de demokratik bir yönetimin ülkeyi yönetmesini arzuluyoruz. Suriye'de kurulacak geçici hükûmet demokratik bir sürece geçişin hazırlıklarını yaparak bunu dünyaya deklare etmelidir.
Suriye, Suriyelilerindir; Suriye halkının ortak iradesine bütün güçler saygı göstermelidir. Suriye'de yaşayan bütün halkların ve inançların hakları demokratik bir anayasayla güvence altına alınmalıdır. Suriye'de geçmiş benzeri bir siyasal iktidara dönüşün yolu artık kapanmalıdır; demokrasi, siyasal çözümün harcıdır.
Değerli milletvekilleri, Suriye'de Baas rejiminin devrilmesinden sonra atılacak her kurşun iç karmaşayı büyütecek, Suriye'yi daha derin bir savaş ve istikrarsızlık adasına dönüştürecektir. Hızla ateşkes sağlanmalı, biçimsiz savaşların adresi olan yeni bir Lübnan’ın, Libya’nın ortaya çıkması engellenmelidir.
Altmış bir yıllık Baas rejiminin devrilmesinden sonra oluşacak psikolojik ve siyasal enerjinin yeni fay hatlarını tetikleyerek hemen sınırımızda büyük bir karmaşa yaratması Orta Doğu’nun ve Türkiye'nin istikrarsızlaşmasını getirecektir. Suriye’nin yeni döneminde halkların bir arada yaşamı konuşulurken Münbiç’e saldırmak Suriye ve Türkiye'de çözüm arayışlarını
baltalama girişimidir, bu bir akıl tutulmasıdır; bundan vazgeçilmesi gerekiyor.
Türkiye olan biten gelişmelerden azade değildir. Bu sebeple, AKP iktidarının Kürt kazanımlarına dönük yeni bir saldırısı Suriye’de istikrarı başka bahara bırakacak, Orta Doğu’daki ateşi harlayacaktır. Bu konuda AKP iktidarını Suriye’ye dönük barış ve çözüm politikasını yürütmeye ve kuzey doğu Suriye yönetimiyle diyalog içerisine girmeye çağırıyoruz. Radikal selefi grupların Arap Alevilere, Dürzilere, Süryanilere, Hristiyanlara, Kürtlere, Ermenilere, Türkmenlere, Çerkezlere herhangi bir saldırı olmaması için başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bölgede bulunan bütün güçlere büyük bir sorumluluk düşüyor. Suriye’nin geleceği halkların ve inançların demokratik katılımıyla inşa edilmeli, ortak irade esas alınmalıdır.[...]
"Türkiye, ekonomik iç barış konusunda en kırılgan dönemi yaşıyor
[...] Orta Doğu'da taşlar yerinden oynarken Türkiye'nin bundan etkilenmeyeceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Bir yandan küreselde, diğer yandan Orta Doğu'da yaşanan gelişmelere bakıldığında etrafımızı saran ve yaklaşan büyük fırtına görülmelidir. Hepimizi etkileme potansiyeli olan bu yangından nasıl kurtulabiliriz? İşte, siyaset bütün kurumlarıyla buna yoğunlaşmalı ve bir yol bulmalıdır. Bu yolu ortak bir akılla bulabiliriz. Bu fırtınadan devlet aklı, onarıcı ve adaletli bir geçiş dönemiyle çıkabilir. Bu, evrensel bir çözüm yoludur. Ya toplumsal birlikteliğimizi, demokrasi, hak ve özgürlükleri güçlendireceğiz ya da bu ateş çemberinin büyüyerek bize doğru gelmesini bekleyeceğiz.
Saygıdeğer milletvekilleri, dünyada paylaşım savaşları, Orta Doğu'da büyük çalkantılar yaşanıyor. Orta Doğu kimliğe dayalı gerilimler, ideolojik çatışmalar ve stratejik rekabetlerle sarsılıyor. Yüz yıllık düzen yeniden kurulurken iç barışı güçlü ve ekonomisi güçlü olan ülkeler sonucu doğrudan etkiliyor. Tarihboyunca savaşta ordular yer alır ama kazanan iç barışı ve ekonomisi güçlü ülkelerdir. Bugün Türkiye, Orta Doğu'da yüz yıllık kırılmaların yaşandığı bu dönemde ekonomik iç barış konusunda en kırılgan dönemi yaşıyor. Kırılgan ekonominin temel nedeni AKP'nin yanlış politikalarıdır. Emek ve sermaye, yoksul ve zengin, aç ve tok arasındaki uçurumu büyüten iktidar yüzünden toplumsal barış gittikçe imkânsız hâle geliyor. Yoksulluk sınırının 70 bin lirayı geçtiği bu dönemde 50 milyon insan yoksullukla mücadele etmeye çalışıyor. Bir yandan, sadece bir haftada 1,5 milyar Türk lirası kredi takibine düşerken, diğer yandan, bir haftada 1,5 milyar TL kazanç elde edenler var. Ekonomik iç barışın altına döşenen dinamit günün sonunda büyük bir çürüme getiriyor, sistem çürüdükçe toplumsal yaşam daha fazla zarar görüyor. Bir halkın belli kesimlerine yönelik yürütülen yoksullaştırma, yok sayma, inkâr politikaları, bumerang etkisi gibi yönetim sistemine ve toplumun tümüne bir çürütme dayatıyor.
2025 bütçesine baktığımızda sosyal yardım ve destekler için bütçeden ayrılan pay 651 milyar Türk lirası iken sadece faize ayrılan pay bunun 3 katı olarak 1 trilyon 950 milyar Türk lirasıdır. Şimdi, bu bütçe yoksulun, işçinin, kadının, emekçinin, memurun, dezavantajlı grupların bütçesidir diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'niz bu çürümeyi büyütme pusulasıdır. Milyonlarca insan açlıkla mücadele ederken, kredi borçları ve icralar alıp başını giderken, esnaf siftah bile yapamazken teklif ettiğiniz bu bütçe sorunları daha da derinleştirecektir. Bakın, bu bütçe teklifinde büyük çoğunluğu aç, yoksul, işsiz halktan toplanan 12 trilyon 800 milyar Türk lirası gelir bekleniyor. Yoksulun, emekçinin alın terinden alınan bu kaynak üç kıyak kesime aktarılıyor. Faize 1 trilyon 950 milyar Türk lirası, savaş ve güvenlik harcamalarına 1 trilyon 608 milyar Türk lirası, teşvik, istisna, muafiyet, garanti ödeme altında sermayeye 3 trilyon Türk lirası aktarılıyor yani halkın bahçesinden toplanan 12 elmanın 6,5'unu faiz lobilerine, zenginlere, savaş baronlarına aktarıyorsunuz, geriye kalan 5,5 elmayı "85 milyon insan paylaşsın." diyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, öyle bir düzen ki erkek egemen sistem toplumsal yaşamın kılcal damarlarına kadar etki ediyor. Özellikle iktidarın politikalarıyla ataerkil tahakküm her gün kadınlara sömürü, yoksulluk ve katliam dayatıyor. Dünyada yükselen sağ, erkek, cinsiyetçi siyaset rüzgârının yelkenleri en çok AKP iktidarı tarafından şişiriliyor. Kadın düşmanlığı iktidar siyasetinin temel kodları olarak hayata geçiriliyor; haksızlık, hukuksuzluk en çok kadınlara karşı uygulanıyor, yoksulluğu en derinden kadınlar yaşıyor. Siz, yoksulluğun kökünü kazıyamıyorsunuz, aksine derinleştiriyorsunuz; kurduğunuz sadaka düzeniyle halk yetinsin istiyorsunuz. Düşünün, bir ülkede insanlar birbirine iyi haber olarak artık sadece marketlerdeki indirimleri söylüyor.
Bu korkunç tabloya son vermenin yolu güçlü iç barışın ve güçlü ekonominin kurulmasıdır. Türkiye halklarının daha fazla faiz ve savaş politikasına değil, güçlü bir toplumsal barışa ve demokrasiye ihtiyacı vardır. Bunun yolu da gelir ve servet dağılımında adaletten, baronlar ve lobiler yerine yoksullar ve emekçilerin esas alınmasından geçer. Bu yola girilmediği takdirde ne yazık ki 2025 yılı içerisinde yeni bir ek bütçe yapmak zorunda kalınacaktır. Ek bütçe demek zaten sefalet içerisinde yaşayan halka yeni vergiler, ek maliyetler
getirmek demektir.
"Türkiye, sınırları dışında yaşayan Kürtlerle hasımlık değil hısımlık yapmalıdır"
Değerli milletvekilleri, DEM PARTİ olarak en sonda söyleyeceğimizi en başta ifade edelim. Bu ülke hepimizin ortak vatanıdır, bu ortak vatanda eşit ve özgür birer vatandaş olarak yaşayabilir, bütün halkların, inançların huzur ve barış içinde yaşayacağı bir yeni Türkiye'yi hep beraber kurabiliriz. Türkiye'nin sınırları dışındaki Kürtler, Araplar ve Türkmenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının akrabaları, soydaşlarıdır, bunlarla iyi ilişkiler kurulması uzun vadede bölge barışı için son derece önemlidir. Konjonktürel güç dalgalanmalarını ve dönemsel değişim zeminlerini bölgesel barış arayışlarının önüne koymak orta ve uzun vadede bu topraklara ve halklara yapılmış en büyük kötülük olacaktır. Daha önce de belirtmiştim, Türkiye, sınırları dışında yaşayan Kürtlerle hasımlık değil hısımlık yapmalıdır. Hasımlık Türkiye'ye kazandırmaz, hısımlık kazandırır. Suriye'de siyasal denklemin yeniden kurulacağı bir süreçte Kürtlerle diyalog emin olun Türkiye'ye de büyük kazandırır. Türkiye izleyeceği barışçıl
politikalarla Orta Doğu'da örnek bir ülke olabilir. Türkiye'nin sınırları dışındaki Kürtler Türkiye için bir tehdit değildir, bir barış imkânıdır, bunu Türkiye Cumhuriyeti devletinin değerlendirmesi gerekir. İnkâr ve dışlama bir siyaset olamaz, olmamalıdır.Cumhuriyet yüz yıldır Kürt meselesinde patinaj yapıyor, bütün dünya yüz yıl öncesinde bambaşka bir yere evrildi ama bu akıl yüz yıldır bir arpa boyu yol alamadı. Kürtler yüz yılda çok değişti, çok dönüştü; peki siz neden bir milim değişmiyorsunuz? Yine ortada çok basit bir soru var: Kürt sorununun barışçıl, demokratik bir şekilde çözümünden yana mısınız, değil misiniz? Bunu gerçekten Türkiye halkları merak ediyor.
Biz "Bu mesele demokratik yollardan çözülsün, bu tarihî hatadan dönelim." dedikçe derdest edilmekle tehdit ediliyoruz; "Diyalog." dedikçe tüm çalışanlarımız tutuklanıyor; belediye alıyoruz, zoraki el konuluyor; "Seçilmişlere saygı." diyoruz, kayyım yoluyla milyonların onuru ve iradesiyle oynanıyor. Böylesi bir gerçekle maalesef, karşı karşıyayız.
Değerli milletvekilleri, yüz yıllık hafızası olan, hayatını şiddet, açlık, göç yollarında harcamış, yakınlarını kaybetmiş bir Kürt düşünün; çatışmalı süreçte çocuğunu kaybetmiş bir Türk düşünün. Bu Kürt, bu Türk hâlâ barış istiyorsa yapmamız gereken, bu insanların uzattığı barış eline sopayla vurmak değildir; yapmanız gereken "Bunca acıya rağmen barış istiyor." diye bu insanların önünde saygıyla eğilmek ve gerekeni yapmaktır. Biz tüm yaşamımız, hafızamız, mücadele geleneğimizle buradayız; biz barıştan yanayız. Zapatistaların dediği gibi, ayaklarımız tarihin çamuruna batsa bile başımız aydınlık yarınlara bakıyor.
Değerli milletvekilleri, 1 Ekimden itibaren Sayın Bahçeli'nin başlattığı tartışmaları olumlu ve önemli gördüğümüzü belirttik, "Bu konuda, Türkiye'nin barışı için elimiz açık." dedik, "Biz DEM PARTİ olarak bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye varız." dedik. Muhâlefet partilerinin büyük çoğunluğu demokratik çözüm ve barış konusunda çok kararlı bir biçimde bir irade ortaya koydu. Belki ilk defa büyük bir ortaklaşmaya şahitlik ediyoruz; bu, oldukça kıymetli bir tutumdur, tarihî bir fırsattır; bu fırsatı heba etmeyelim. Türkiye'nin gerek Filipinler Moro başta olmak üzere dış dünyadaki deneyimleri gerekse de 1993'ten bu yana içerideki barış arayışları kapsamlı bir barış külliyatı oluşturmuştur. Yine, ana muhalefet partisinin hem 1990'lardaki Kürt raporları hem de bugünkü tutumu çok önemlidir. Ana muhalefette de önemli bir çözüm hafızası bulunuyor. Aslında bu birikimle birlikte Kürt meselesinin çözümüyle ilgili külliyat oluşmuştur, teşhis konulmuş, reçete yazılmıştır; şimdi barış zamanıdır.
Değerli milletvekilleri, bulunduğumuz bölgede emperyalistlerin halkları birbirine kırdırma politikasına karşı Türk-Kürt ittifakını demokratik bir zemine çekerek barış ve kardeşlik projesini başlatmamız gerekir. Bugün, tarihî Türk-Kürt ittifakının test alanı Rojava'dır. Rojava'da Kürt'ün kazanımlarını kendisine düşman gören anlayış bu tarihî ittifaka en büyük zararı verir. Gelin, Kamışlı'dan, Kobani'den Ankara'ya tarihî birlikteliği eşit ve adil bir temelde yeniden kuralım. Bu konuda iktidara büyük görevler düşmektedir. Özellikle Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'a yapıcı bir görev düşüyor. Sayın Erdoğan, Kürt meselesi Türkiye'nin çözüm bekleyen en tarihsel meselesidir. Bu meseleyi çözerek tarihe geçme fırsatı sizlerin önünde beklemektedir. DEM PARTİ olarak bu konuda üzerimize düşeni yapacağımızı Meclis huzurunda bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu Meclis bir çözümle anılmalı ve yüzünü başka yere çevirmeden Ankara çözümünü sunmalıdır. Şayet Ankara vizyonu varsa Ankara çözümü de olmalıdır.
"Kürtleri eski Kürt olarak gören, onları yönetme sevdasıyla yanıp tutuşanlar bir yanılgı yaşıyor"
Eğer gerçek ve köklü bir çözüm arayışında samimiysek, bu çözümü dışarıda değil Türkler ile Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa kararlılığında bulmalıyız. Başka ülkelerin başkentlerinden güç devşirmekten kaçınılmalı, bu kritik süreçte fırsatçılık arayışına girmek kimseye kalıcı bir çözüm sunmaz.
Önemle altını çizmek isterim ki Kürtleri eski Kürt olarak gören, onları yönetme sevdasıyla yanıp tutuşanlar bir yanılgı yaşıyor. Bu yanılgı, herkes için bir yenilgidir. Böylesi bir yanılgıda ısrar, tarihî Türk-Kürt ittifakına büyük zararlar verecektir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu ülkede yaşayan bütün vatandaşların olduğu gibi Kürtlerin de kendini ait hissedeceği bir devlet olmalıdır. Devletten beklentimiz, tüm vatandaşları ayrımsız kucaklayan, farklılığını kabul eden, demokratik ve kapsayıcı bir kerim devlet olmasıdır. Gerçek ve demokratik Türkiye böyle inşa edilir, gerçek Türkiyelilik kimliği de bu değerler etrafında oluşturulur. Geçmişteki hatalardan ders çıkarmak ve bu hatalar üzerinde ısrar etmemek zayıflık değil, gerçek bir olgunluk göstergesidir. Bu yaklaşım, yalnızca tarihsel ittifakımızı derinleştirmekle kalmaz, aynı zamanda barışı güçlendirmek ve kalıcı bir uzlaşıyı inşa etmek için de sağlam bir zemin oluşturur. İşte, bu sağlam zemine sigorta sunan bir açıklama İmralı'dan geldi. Sayın Abdullah Öcalan "Tecrit devam ediyor." dedi ama peşinden de "Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim." dedi.
"Çözüm konusunda teorik ve pratik gücünüz var mı?"
İktidara soruyoruz: Çözüm konusunda teorik ve pratik gücünüz var mı? Bu soruyu günlerdir tüm Türkiye merakla bekliyor. Madem derdiniz Kürt meselesini çözmek ve bunun adresi olarak Öcalan'ı gösteriyorsunuz -bu doğru bir tercihtir- o hâlde neden İmralı'nın kapılarını kapalı tutmaya devam ediyorsunuz? Neden barışa tecrit uyguluyorsunuz? Barışta ısrar etmek, toplumsal dayanışmayı büyütmek ve geleceğimizi kardeşlik temelinde inşa etmek hem bugünü anlamlandırmanın hem de yarınları kurtarmanın en doğru yoludur. Türkiye'nin bütün vatandaşlarının barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı ülkeyi demokratik bir anayasayla kurabiliriz, 2'nci yüzyıla herkesi kapsayan bir anayasayla girebiliriz.
Konuşmama son vermeden önce önemli bir çağrıda bulunmak istiyorum: 2025 yılında, cumhuriyetin 103'üncü yılında yeni bir başlangıç yapabiliriz. Bu Meclis, demokratik cumhuriyetin kuruculuğunu üstlenme şansına sahiptir. 85 milyonun kendisini ait hissedeceği bir ülkeyi var etme onuru bu Meclise ait
olsun. Yüz yıldır bu toprakların hasret kaldığı, yer ile göğü dolduran barış sesini duymanın zamanıdır, ufukta asılı duran barışı bu topraklara indirmenin zamanıdır.
Bu duygularla, hepinizi ve ekranları başında bizleri izleyen tüm halklarımıza selam, saygı ve sevgilerimi yolluyorum.