Bakın bunlar Ağustos'un son günleri.
ne çok kaybettim şu son 1 senede.
ne çok şey yarım kaldı.
çok şey eksik.
balkondan tenimi ürperten bir serin rüzgar.
yaz geçti artık, diyor.
sonbahara hazır değilim.
Kışa hiç hazır değilim.
***
Bakın bunlar Ağustos'un son günleri.
yolda yürürken
yeşilden daha çok sarı yapraklar görünen
günler
gökyüzünden mavi bulutların azaldığı
eşya dolaplarının değiştiği
günlerin giderek ağırlaştığı
akşamların ansızın çöktüğü
yazın geçtiğini haber eden günler.
'' Yaz geçer '' okumalı.
***
Bakın bunlar Ağustos'un son günleri.
Bu havalar bir daha gelmez.
Demedi demeyin
Gece soğuk ve kül dolu
gündüz serinletici rüzgar güneşle karışık
ne çabuk geçti yaz!
Demedi demeyin.
***
Bakın bunlar ağustosun son günleri.
Öyle çok koşuyorum ki..
Yetiş(e)memek için hiçbir yere
Geride bıraktıklarımı zannettiklerim hep önüme düşüyor
Öyle çok koşuyorum…
yeterince koşarsan bütün korkularından kurtulacaksın gibi.
yeterince koşarsan bütün sıkıntıların çözülecek sanki.
Diyorum kendime.
Öyle çok koşuyorum ki
Geçmiş hep önümde.
Çözülmemiş ve sırlı.
Zorlu.
***
Bakın bunlar ağustosun son günleri.
Kışın ağırlaşan bedenlere
Kömür kokan ruhlara inat
Kovulduğun yuvadan bir harita arka cebinde
Koşup duruyorsun
Bir hikaye yaratmak için kendine.
***
Bakın bunlar Ağustos’un son günleri
Eylül geliyor…
***
Bakın bunlar Ağustos’un…
Ağustos bitti, eylül de.
Ekim ilerliyor,
Gece ilerliyor.
Camı açtım, soğuk hava lazım
Çünkü sabahın altısında şöyle bir cümle okuyorum:
"Bence kimi şeyleri sonsuza dek yitiriyoruz.
Hatta bence bizi biz yapan şeyler sahip olduklarımızdan çok yitirdiklerimizdir."
Böyle yazmış Milena Busquets Bu Da Geçecek kitabında.
Nasıl geçecek acaba ?
Bunca kayıp.
***
Geceler kör dilsiz sanki
konuşmaz oldu
hüzünler koyduk üst üste
ayrılık oldu
bir avuntu biraz keder
böyle bize neler oldu
bu ayrılık bir de hasret
çekilmez oldu
ay karanlık hep karanlık
yüzün bize döner oldu
bir ihtimal daha vardı
felaket oldu, diyor şarkıda.
Çok güzel söylüyor…
Söylüyor da
İçim keder dolu işte.
Eşlik ederken, sesim hüzünle keder arasında bir yerde hep.
Nereye dönsem,
Sırtımda bir ağrı
Boynum alçılı
İki ayağımda da tonlarca ağırlık varmış gibi sabahları
Gözkapaklarım kirlenmiş
Gözlerim çokça donuk ve bulanık bakıyor
Sanırım bir kaybı dile getirmek diye bir şey varsa eğer bu dünyada
Ya da bir kaybın dile gelmesi diye;
o da içinin birçok yerinin sökülmesidir.
Durmadan, sökülüp sürüklenmesi.
Sökülüp durmaması.
Sen yorulup dursan bile
İçinde bir oyukla yaşamak,
Söküldükçe derinleşen.
İçinde bir yoklukla yaşamaya çalışmak
Boşlukla değil yok-luk-la.
Varlığına sesinin karıştığı bir sesin
Ne zaman başın sıkışsa bir sözünü hatırladığın o sesi
Artık sadece içinde duyabilmek.
Nasıl bu kadar hoyratça davranıyor hayat!
Ne zaman adı geçse,
sesinin cılızlaştığı, içine kaçtığı bir yoklukla yaşamak.
ve derin bir iç çekiş sonrası.
***
Ne bileyim işte
Köpek sesleri
Soğuk hava
Şişme mont
Sıcak battaniye
Havlu çorap
Dağınık oda
Dağılmış kitaplık
Üç günlük gömlek
Ve bunlara rağmen değil, bunlarla birlikte
nereye götürsem kendimi,
içimden mırıldandığım dizeler :
‘’Kalabalığın uzun sürmüş sözüne
Mine çiçeklerinden bir merhem edindim.
Limonların denize gamzeler açtığı
Bir sokağı dünyaya ekleyip duruyorum
Ay masalı, kum masalı, nar masalı
Yalnızlığı seviyorum sessizce.
Denizden çocuk, dağlardan çıplak
Bir zaman oluyor kalbim
Sitem yok, diyorum, hayatıma
değmiş hiçbir hayata.
Gözlerim kocaman atkestaneleri
Kime baksam, ıhlamurlar içinde
Bir şehir düşüyor kirpiklerimden.
Yetmedi ölüme bunca ayrılık
Bütün sevdiklerim bulanık bir ezber
Sonsuzluğu öğreniyorum unutarak.
Nerelerde bıraktıysanız şaşırma güzelliğimi
Ey çocukluğun inanan yaşları…’’
-Yeni bir yazı yazdım
-Ne yazısı, İskender Hoca’yla ilgili mi?
-Bilmem, onun olmadığı bir yazı olmadı ki.