Pencereyi açtığımızda, evin ya da ofisin içerisine yeni ve temiz bir hava dolması, o pencerenin açıklığının büyümesinden memnun kalmanızı sağlayabilir.
Başka açıkların büyümesinden de hoşnut olabiliriz.
Mesela, mesela insan haklarına saygı ile insanlık suçu işkence arasındaki açığın, insan hakları lehine büyümesi gibi.
Mesela, tasarruf ile tüketim çılgınlığı arasındaki açının tasarruf lehine büyümesi gibi.
Ve, daha bir çok örnekleme…
Ama, memnun olmayacağımız hatta huzursuzluğumuzu artıran açık büyümeleri de var.
İhracat-ithalat dengesindeki negatif açıklık, buna en somut örnektir. Ağustos ayında böyle bir memnuniyetsizlik yaşadığımızı öğrenince açıkçası çok şaşırmadık. Hatta dillendirilen ekonomik kriz göstergelerinin yanında hafif kalacağını bile düşündüm.
TÜİK’in ağustos ayı ithalat ve ihracat rakamları bu düşüncemi destekler nitelikte. Öyle ya, ülkede herkes ekonomik krizi konuşur ve mevcut durumdan şikayetçi olurken, TÜİK ihracatın ağustos ayındaki yıllık azalışının yüzde 6,5 olup 12 milyar 383 milyon dolar, ithalatın ise yüzde 22,7 olup 14 milyar 805 milyon dolar seviyesinde gerçekleştiğini açıklaması buna temel oluşturdu.
Bu büyümenin nelere malolduğuna da bakmak gerek…
Mesela, bugüne kadar pek görülmeyen bir eğilim ortaya çıktı. Ve, halkımız tepe noktalardan, can sıkan zamlara sınırlama talebinde bulundu. Can sıkan zamlara sınırlama isteminde bulundu.
Ekmek gibi temel tüketim maddesi kabul edilen suya kur artışı bahane edilerek yüzde 60'lara varan zamların denetlenmesi ve haksız fiyat artışlarının geri çekilmesi yönünde bir beklenti oluştu. Tüketiciler, ekmek gibi önemli bir temel gıda maddesi olan su fiyatlarında da kar sınırlamasının konulmasını istedi.
Bu talepler sonrası, Cumhurbaşkanı da çıkıp ‘’fahiş fiyat artışı yapanları zabıtaya şikayet edin’’ çağrısıyla, yerel yönetimler ve devletin asli görevlerinden denetimi de vatandaşın sırına yüklemiş oldu.
Bu yaklaşım kısmen etkili oldu ama soruna henüz kalıcı bir çözüm getirmedi…
Hemen ardından, geçen ay su fiyatlarına yapılan fahiş zamların da ekmekte olduğu gibi geri alınabileceği beklentisi oluştu.
Gıdadan tekstile, kozmetikten teknoloji ürünlerine kadar farklı sektör firmalarının kur bahanesiyle uyguladığı fahiş zamlara yönelik denetimlerde gözle görünür bir artış yaratılırken, gerçekte, ‘’serbest piyasa ekonomisinin bir silah olarak kullanıldığı’’ gerçeği de gizlenmeye çalışıldı.
Uzun yıllardır serbest piyasa ekonomisi adı altında denetimsiz bir piyasa oluşmamış gibi..
Devletin ve meslek odalarının maliyet belirleme konusundaki etkinlikleri devre dışı kalınca, kontrolsüz bir piyasa oluştu. Ve, kontrolsüz fiyat hareketleri de denetlenemez hale geldi.
Oysa, yaşamsal açıdan zorunlu ihtiyaçların (su, ekmek, barınma, enerji, sağlık ve eğitim benzeri) fiyatlarının yeniden belirlenmesi ya da güncel ayarlaması yapılırken, kamusal yarar ve insan hakkı kapsamında ele alınması gerekir.
Bu temel ihtiyaçları topluma sunan ticaret erbabı eğer ortak fiyat uygulamasına uymuyorsa, onlara ciddi yaptırımlar uygulanmalı.
Bunun yanı sıra devlet ‘’ortak bir ticaret ahlakı oluşturulması’’ için öncülük görevi yapmalı.
Mesela, beklenmeyen zamlara tanık olunmaması için, ürünün ne zaman alındığı ve kar marjı gibi unsurların belirlenmesi gerekir. Bu durum giderilemez bir eksiklik değil.
Oluşturulacak etik kurullar ortalama kar marjının belirlenmesine ön ayak olabilir.
Söz konusu önlemler alındığında, açık büyümesinin ne anlama geldiği daha net olarak görülür ve anlaşılır.
Eğer üretim ve tüketimde, ihracat ve ithalatta açık büyümesini önleyemezsek, yapılan her iş ve alınan her önlem boşa olacaktır.
Bunu sağlamanın temel koşulu da, güvenin yeniden başat olacağı bir piyasa mantığı ve demokratik bir toplum oluşması için daha fazla çaba harcamaktır.