Başlığı gören okur zaten anlaşılmaz ve uzun yazan yazar, "madem anlaşılmıyorum bari o zaman bilim-kurgu yazayım" dedi diye düşünmüş olabilir. Üzgünüm, hayır. Çocukluğunu Tommiks ve Kaptan Swing okuyarak geçirmiş bendenizden bunu beklemek hayal olur.
Mevzu başka. Hepimiz söyleriz, söylemişsinizdir, “ah keşke şu dönemde yaşasaydım”. Hayatından memnun olsun, olmasın böyle hayaller kurar insan. Bu hayallerden olsa gerek türlü bilim-kurgu filmlerine, romanlarına konu olmuştur zamanda yolculuk. Söz konusu yabancı filmler ise geçmiş olduğu kadar geleceğe yolculukta mevzu bahistir. Bizde ise bilim-kurgu filmlerin “Dünyayı Kurtaran Adam” ile sınırlı olmasından mı bilmem, ne zaman bir dönemde yaşamaktan bahsedilse, hepimiz biliriz ki o zaman geçmiş zamandır.
Politik hayatla üniversite dönemlerinde ilişkilenmiş benim kuşağım için ise bu dönem çoğu zaman o görkemli ama acılı dönemlerin yaşadığı 1965-1980 arası dönemdir. Çoğumuz o “devrim bir ihtimaldi ve çok güzeldi” günlerinin bir parçası olmak isteriz. Bense kuşağımdan farklı olarak sanırım bir dönemde yaşama şansım olsa idi 1950’ leri tercih ederdim. 1946 sendikacılığından ilk yasal sosyalist parti denemelerine, üniversite çevresinde kitleselleşme çabasından sol yayın faaliyetlerine kadar etkileri çok sonra görünecek uğraşların sınırlı sayıda insanla yapıldığı Vedat Türkali romanlarının günleri.
Sadece sol için değil cumhuriyet içinde bir o kadar önemli günler bunlar. Dönem için karşılaştığım en güzel tanımı dönemi anlatan kitabına verdiği isimle Levent Cantek yapıyor, “Cumhuriyetin Büluğ Çağı“. Cantek, yakıştırmasına neden olarak önsözünde yaptığı açıklamada, “çoğu tarihçinin 1923-1938 arasını Cumhuriyetin çocukluğu olarak tanımladığını,1940 lar için büluğ çağı ibaresinin ise döneme özgü eski, yeni tartışmalarına, denetleyici kuşağın gençlere, onların sanat yaklaşımlarına, moda tercihlerine ilişkin eleştirilerine uyduğunu” (Cantek 10) ifade ediyor.
1945-1950 dönem deyince de akla ilk gelen savaş dönemini tarafsız olarak atlatan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kutuplu dünyada bir kutba yaklaşmaya başlaması ve çok partili hayata geçiş. Bu ikisinden detayları daha az konuşulan çok partili siyasetin doğum süreci, yani şehirlerden köylere kadar siyaset konuşulmaya başlanan ve ileri yıllarda insanların kahvelerini bile ayırmasına neden olacak kadar politikleşen toplumun çok partili hayatla tanışma serüveni.
Daha fazla demokrasi talebi ile giderek güçlenen Demokrat Parti’nin tahkikat komisyonlarına kadar varan otoriteleşme öncesi iktidara yürüyüş dönemi, demokrasi tarihimiz açısından en az iktidar dönemi kadar dikkate değer aslında. Cemil Koçak 1945-1950 arasını anlattığı “Türkiye’de Siyasi sistemin Kuruluş Yılları” adlı eserinde bu dönemi detaylıca inceliyor. Kitabı okurken, 1946 secimleri sonrası İsmet İnönü’nün kendi partisi içindeki itirazlara rağmen çok partili siyasi hayatın oturması için nasıl ısrarcı olduğunu, CHP ile Demokrat Parti’nin arasındaki gerilim üzerine 12 Temmuz beyannamesinin oluşum sürecini, Demokrat Partinin iktidara geldikten sonra görmezden geleceği grev hakkını 2. Kongresinde parti programına nasıl koyduğunu, polis vazife kanunun gözaltı yetki ve sürelerini düzenleyen 18. Maddesi hakkında yapılan sert meclis tartışmalarını öğreniyorsunuz. Meraklıları kitabı edinip okuyabilirler, ben size dikkatimi çeken ve pek sözü edilmeyen bir siyasi davranıştan bahsedeceğim. Eminim ilgili herkes “gizli oy açık sayım” sloganı ile özdeşleşen 1946 seçimlerini bilir. Peki söz konusu seçimdeki anti demokratik yasaların değişim sürecinin yıllar süren meclis tartışmalarına konu olduğunu ve demokrat partinin 1948 yılında yapılan milletvekilleri seçimini boykot edildiğini biliyor muydunuz? Hani şu sol ile özdeşleştirilen boykot.
Gelin biraz bundan bahsedelim.
Kısaca özetlersek savaş sonrası batı bloku ile yakınlaşmak isteyen Türkiye çok partili hayata geçiş sinyalleri verir, meclis açılış konuşmasında İnönü ülkenin bir muhalefet partisine ihtiyacından açıkça bahseder,ardından iktidar partisi içerisindeki farklı düşünceler Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tartışmalarında iyice su yüzüne çıkar ve bu kanunun çıkmasına rağmen muhalif yazılarını sürdüren Adnan Menderes ve Fuat Köprülü CHP’den ihraç edilir. Bu süreç 7 Ocak 1946 de Demokrat Parti’nin kurulması sürecini başlatır. 1946 yılında seçim yapılır. Adli denetim sürecinden yoksun olarak tek dereceli olarak yapılan seçimde CHP 395 Demokratlar 66 bağımsızlar 4 milletvekili kazanır. Fakat seçimin sonucuna şiddetli itirazlar mevcuttur. Seçimden hemen sonra DP milletvekilleri 19 eylül 1946’ da seçim kanundaki bazı hükümlerin değiştirilmesi ile ilgili yasa önerisi verirler. Buna göre ;
-Oy verme işlemi kapalı bir hücrede gerçekleşecek
-Oyların sayılmasından sonra oyların yakılması işleminden vazgeçilecek ve oylar seçim döneminin sonuna kadar muhafaza edilecek
-Sandık sonuçları bir tutanakla saptanacak ve halka açıklanacak tutanakta seçim sandığının başında bulunacak temsilcilerin imzası olacak ve seçim sırasında işlenen suçlara dair zaman aşımı süresi 6 aydan olağan zaman aşımına olarak değiştirilecektir.
Seçim kanunun çok yeni olduğu, oyların saklanmasının oyların her zaman değiştirilme riski olduğu gibi gerekçelerle öneri reddedilir.
Tasarı reddedilse de seçim kanunu tartışmaları sürer. Bu zaman zarfında Recep Peker istifa eder. Önce birinci ardından ikinci Hasan Saka hükümetleri kurulur. Muhalefetin kendini baskı altında tutmak amacı güderek itiraz ettiği sıkıyönetim kaldırılır. İktidar ve muhalefet kongrelerini yapar. Meşruiyeti tartışılan seçim sisteminde değişiklik yapılması Ekim 1947’de kurulan 2. Hasan Saka hükümeti programına girer. CHP Mart 1948’de secim yasasının bazı maddelerinin değiştirilmesi için meclise bir yasa tasarısı sunar. Bu tasarıya göre,
Oy kullanma mekanı olarak açıklanan “münasip bir yer” “hücre” olarak değiştirilecek, oy sayımı açıkta yapılacak, oyların sayımı bir tutanak ile saptanacak ve bu tutanak ilan edilecektir. Muhalefetin itirazlarının ancak bir kısmını karşılayan bu tasarıya karşılık muhalefet bir başka tasarı hazırlar. Bu tasarıda il seçim kurullarına bir yargıcın başkanlık etmesi, kurulda parti temsilcilerinin olması, oyların tutanaklar kesinleşinceye kadar saklanması, seçimde işlenen seçimde işlenen suçlarda memuru koruma kanunun uygulanmaması gibi ekler vardır. Devamında muhalefetin değil, iktidar partisinin tasarısı uzun tartışmalar ve muhalefetin itirazlarına rağmen 5 Temmuz 1948’de kabul edilir. 17 Ekim 1948’de 13 ilde milletvekili ara seçimi yapılacaktır ve yeni seçim kanunu sonrası Demokrat Parti’nin tavrı merak edilmektedir. Kendi içindeki kimi itirazlara rağmen Demokrat Parti seçimleri boykot eder ve katılmaz. Seçime katılım oranı CHP’ye göre %45-50 yi bulmuş DP’ye göre ise %10 civarındadır. Hürriyet gazetesinin % 10 olarak açıkladığı katılım oranı İstanbul’da resmi açıklamaya göre bile %21’dir. Ara seçim sonrası kurulan Günaltan hükümeti programına seçim kanunun değiştirilmesini koyar ve yeni kanun 1950 milletvekilleri seçimleri öncesi değiştirilir ve seçime DP katılır. Sonrası malum.
Seçim sisteminin demokratikliği 1945-1950 arasının en önemli tartışma konularından biridir. Hem mecliste hem muhalefetin il kongrelerinde konu üzerine konuşulur, muhalefet kendi üyelerine ve tabanına bu yasanın ve baskı ortamının ortadan kaldırılacağını inançla anlatır. Seçim sonuçları ile ilgili endişe taşıyan tabanını ikna edebilmek için seçime katılmamaya kadar varan bir tavırla mücadelesini sürdürür. İktidar ise tüm gücüne karşılık bu meşruiyet tartışması karşısında yıprandığını görerek giderek geri adım atmak durumunda kalır. Önce kısmi değişiklikler ile başlayan süreç muhalefetin taleplerinin büyük ölçüde kabul edildiği bir seçim kanunu ile sonlanır.
Şimdi diyeceksiniz ki neredeyse 70 yıl sonra çok partili siyasi sistem oturmuş, seçim sistemine güven sorunu aşılmış iken nerden çıktı bu yazı. Derler ki; fazla tarih ilgisi yaşlanma belirtisiymiş. Siz iyisi mi bunu 40 yaş sendromuma verin.