Her ölüm erkendir. Yaşanmış onca hayal, beklenen onca umut gözünde kalır insanın. Oysa bir gün sonrası için ne planlar yapılmıştır, kimler beklemekte, kimler beklenmektedir. Hepsine veda bile edemeden sessiz sedasız çekilirsin hayat denilen sahneden. Yinede her seferinde Allah genç ölümü vermesin denir, uzun bir ömrün arkasından gelen ölümlerde böyle teselli bulur geride kalan. Ya bir de daha doğmadan başına bir şey gelecek diye içimizin titrediği, gece uyurken üşür diye sabaha kadar defalarca kalkıp üstüne baktığımız, yaşı ne olursa olsun bizim gözümüzde asla büyümeyen canımızın yongası evlatlarımızı yaşamayacağı hayalleriyle o soğuk toprağa veriyorsak ne ile teselli bulacağız?
Aslında televizyonda yayınlanan dizileri izleme huyum pek yok, ancak bir dönem üzerinde çok konuşulan bir diziye nedir diye baktığım bir bölümünde şöyle bir replik oldukça etkiliydi ‘’ babası ölene yetim, annesi ölene öksüz denir peki ya çocuğu ölene? ‘’ Evet o acıyı anlatacak bir ifade henüz bulunamadı ve sanırım bulunamayacak da.
Ben, daha bir kaç günlük bebeğini kaybettiğindeki acıyı yıllar boyunca içnde taşıyan ya da çocuğunu düşürdüğü zaman sokakta çocuğuyla gezen annelere bakamayan, bir daha aynı kabusu yaşamamak için anne olamayan kadınlar gördüm. Kimbilir sizler nelere tanık oldunuz.
Duygularını asla belli etmeyen koca adamların çocuklarının mezarları başında gözyaşlarına az mı tanık olduk.
Dedim ya bu acının bir tarifi yok.
Peki ya çocuğunuz ‘eceliyle’ değil de başkasının elinde ölmüşse ve siz bunu anlatmak için çabalayıp suçluların gerekli cezaya çarptırılması için mücadele ederken kapılar yüzünüze kapanır, bir de suçlu duruma düşerseniz? O zaman kime, neye tutunacaksınız?
Son günlerde Rabia Naz olayı üzerinden gündeme yeniden taşınan bu durum coğrafyamızda yeni değil ki. Bu topraklar kaç çocuğun kanıyla ıslanmaktan utandı da çocuklara kıyanlar utanmadı.
Ne yazık ki bu toprağın insanları çocuklarını değil onların katillerini sevip koruyor.
Küçük bir kız çocuğu şüpheli bir şekilde ölüyor, acılı baba kızının trafik kazasında öldürüldüğünü söyleyip failin bulunması için yaptığı mücadele sırasında kapıların yüzüne kapandığını, bir de akıl sağlığının sorgulandığını görüyor.
Bir anne ölene kadar gelmeyen oğlunu bekliyor, bir başkası bir meydanda evladının parçalanmış cenazesini televizyonda görüyor.
Bir parça yürek taşıyan hangi insan bunlara kayıtsız kalabilir, nefes almaktan nasıl utanmaz.
Hangi hakim bu failleri cezasız bıraktıktan sonra kendi evladının gözüne rahatça bakabilir, hangi bahane adaletsiz davrandın diye bağıran vicdanını susturabilir?
Beki de hepimiz sağır olduk artık kendi vicdanımızın sesini dahi duymuyoruz.
Sadece bizim olanı korumaya çalışıyoruz.
Kendi evlatlarımızı da sevmiyoruz aslında. Çünkü bir çocuğu sevmeyen hiç bir çocuğu sevmiyor demektir aslında. Eğer sevseydik böylesine bir karanlığın içine atmazdık onları.
Sahi biz neyi kaybettik ki her gün elimizden kayıp giden parçalarımıza böyle kayıtsız bakar olduk.
Yine de hak savunucularının yılmaz mücadelesi umut ışığı olmaya devam ediyor. Yeter ki kendimizle yüzleşmeyi ve onların ellerini tutmayı başaralım.
Bunu o masum çocuk gözlerine, gün ışığı gülüşlerine borçluyuz.