Hepimiz küçükken okumuşuzdur, Rapuzel bir prens tarafından kuleden kurtarılır, uyuyan güzeli bir prens uyandırır, köylüleri Tepegöz ’ün elinden bir yiğit, dünyayı uzaylıların elinden bir kahraman kurtarır.
Her yerde o yiğit, prens, kahraman vardır. İyi ki de vardır yoksa nice olurdu ahalinin hali?
Peki ya Rapunzel zaten kuleden kurtulmak için planlar yapmaktaydı da prens sadece ona yardımcı olduysa? Ya da uyuyan güzelin zaten uyanma zamanı geldiği ve bunun için bir çalar saate ihtiyacı vardı ise? Belki de prens aslında bir çalar saatti sadece, köylüler bir olup tepegözün ayağına kalın bir urgan sarsalardı zaten yenmiş olmazlar mıydı? Uzaylılarla savaşan askerler olmasaydı kahramanımız ne yapardı acaba?
O her destanda adları geçen, güneş gibi parlayan’’ kurtarıcılar’’ gerçek miydi?
Belki de asıl kahramanlar bizdik de hiç farkına varamadık hep gölgede kaldığımızdan.
O kadar çoktuk ki hangi birimizin adını altın harflerle yazacaklardı mücevher taşlara?
Hep o ‘’kahramanların’’ gölgesinde kaldık.
Hiç düşündük mü peki, biz o kalın kıyafetleri dokumasaydık Hannibal karlı dağları nasıl geçerdi?
Firavunlar o görkemli piramitlerle övünebilecekler miydi? kayaları taşıyan işçi olmasa.
Timur filleri kendisi mi evcilleştirdi? hiç sanmam.
Peki, biz olmasak hangi şirket ürettim rekorları kıracak? O koca koca binalar, model model arabalar, ışıl ışıl takılar kendiliğinden mi meydana geliyor?
Oysa bizler yaptığımız rezidanslar da oturamayacağız, o zümrüt takıyı hiç takmayacak Afrika’da toprağın altından çıkaran işçi.
Bir belgesel de izlemiştim büyük bir çikolata markası için kakao toplayan işçiler o çikolatayı daha hiç tatmamışlar. Yani ürettiklerinden hiç faydalanamamış milyonlarız.
Bir gün diyorum sadece bir gün dünyada gölgede kalanların tümü eksiksiz ’’ bugün hepimiz hastayız evde dinleneceğiz’’ deseler ne olurdu? Hayat devam edebilir mi?
Benimki sadece bir merak.
Kim bilir belki de artık kahramanlara ‘’gölge etmeyin başka ihsan istemez’’ demenin zamanı gelmiştir. Yeter ki İçimizdeki gücün farkın varalım.
Ne güzel demiş şair;
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
Kim yapmış Babil’i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
Altınlar içinde yüzen Lima’nın?
Ne oldular dersin duvarcılar
Çin Seddi bitince?
Yüce Roma’da zafer anıtı ne çok!
Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
Dillere destan olmuş koca Bizans’ta?
Atlantik’te, o masallar ülkesinde bile,
Boğulurken insanlar
Uluyan denizde bir gece yarısı,
Bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.
Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?
Tek başına mı aldıydı orayı?
Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu yanında?
İspanyalı Filip ağladı derler
Batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yedi yıl savaşını 2. Frederik kazanmış
Yok muydu ondan başka kazanan
Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kim zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam
Ama ödeyen kimler harcanan paraları?
İşte bir sürü olay sana
Ve bir sürü soru. (*)
(*) Bertolt Brecht, Okumuş Bir İşçi Soruyor,