Koca aslandı o. Hükümdar olduğu ormanda yaprak ancak onun izniyle kıpırdardı, öyle güçlüydü öyle kudretli. Her sözü emirdi. Bazen konuşmasına bile gerek olmaz, bir bakışı kâfi gelirdi tebaasının çoşması için.
Etrafı ona tapanlarla doluydu, öl dese ölecek/öldürecek sırtlanlar, çıyanlar yücelttikçe yüceltiyor, yere göğe koyamıyorlardı. Ne de olsa işleri bu sayede yürüyordu.’’ Sen ağasın, en büyüksün’’ demezlerse ormandan elde ettikleri ganimetler her an ellerinden alınabilirdi. Aman, diyorlardı kurduğumuz düzen bozulmasın da ne olursa, kim olursa olsun.
Ama işleri yine de o kadar kolay değildi, her an yeni bir rakip türüyordu, dünün deneyimli çakalları yeni yetmelere pay kaptırmamak için aslana yakın olmaya çalışsalar da son dönem türeyen bu yeni yetmeler teker teker paylarını arttırıyordu. Eee, sırtlan olmak da kolay değil hani, her devre göre kendini hazır tutmalısın.’’ Gelen ağam, giden paşam’’ diye boşuna denmemiş.
Böyle güllük gülistanlık geçerken günler/ geceler, korkusuyla birlikte gelir çöküverirdi aslanın üzerine. Rüyasında hep, binlerce gözü kendisini izlerken görürdü. Öfkeliydi bu gözler. Ağlamaktan kızarmış, öfkeli gözler gece boyunca zehir ederdi rüyalarını, kan ter içinde fırlar yatağından yüreğindeki korkuyu bastırmaya çalışırdı. ‘’İmkânsız bana ulaşmaları, ben ki binlerce muhafız tarafından korunuyorum. Onlar ki ayak takımı. Ne olacak canımı daha çok sıkarlarsa ezer geçerim.’’ Dediğini de yapardı. Her korkulu gecenin ardından ormanı birbirine katar, kimi gözüne kestirdiyse canını yakmaktan çekinmezdi. Ama her gece rüyasında gözlere bir yenisinin eklendiğini görür, korkusu da öfkesi ve zulmü ile birlikte artardı.
Ormanın ayak takımı, her sabah yeni bir zulme uyanır olmuştu artık. O gün kimin canı yanacak diye bekleşiyor, sesini çıkarmaz ve göze batmazsa bir gün daha fazla yaşayacağını düşünüp bu şekilde gününü geçirmeye çalışıyordu.
Zaman zaman kendi aralarında fısıltı ile konuşurlardı, Ama bu aslanın gözünden hiç kaçar mıydı? Zaten o görmese de aralarına yerleştirdiği veya menfaat elde etmek için çevresinden ayrılmayan keklikler hemen durumu ona bildirirlerdi.
Zaten fısıltı ile konuşanlar birbirlerinin düşüncelerini beğenmez, tek kendi akıllarının dikine gitmeyi marifet saydıklarından asla birlikte iş de yapmazlardı.
Ormanda günler ayak takımının, geceler ise aslanın korkusu ile geçerdi.
Bir gün anne ceylanın yavrusu kaybolur, arar tarar bulamaz; ormanın yetkililerine gider. ‘’Biz görmedik’’ derler. Kısa bir zaman sonra yavrusunu ormanın dışına atılmış bulur. Her yeri yara bere içindedir. O, şarkılara ilham veren gözleri oyulmuştur. Bir çığlık kopar ceylanın bağrından ki yer gök sarsılır.
O günden sonra anaların yüreği daha bir titrer yavruları için. gözleri gibi bakarlar onlara ama yine de birer ikişer kaybolmalarını engelleyemeyezler. Her yeni gün bir ananın çığlığına uyanırlar.
Yeryüzünde en korkunç çığlıktır yavrusunu kaybetmiş bir ananın feryadı ki zulmü yıkar.
Derken ayak takımı bu feryadın etrafında toplanmaya başladı. Dünyanın masumiyeti ellerinden kayıp gidiyordu yavrularıyla birlikte, artık kaybedecek ne kalmıştı? Bir iken iki oldular, sonra yüzler binler… Yavrusunu kaybeden, kaybetmeyen herkes içlerindeki korkuyu fırlatıp atarak kör karanlığa karşı, artık güneş ölümlere doğmasın diye bir araya gelmeye başladılar. Tabi aslan ve etrafındaki sırtlanlar da boş durmuyor, daha sert daha acımasız saldırıyorlardı. Çünkü biliyorlardı ana ahı alan iflah olmazdı. Korkuları arttıkça zulümleri de katlanıyordu; ama artık günlerin ayak takımına kabus olmasını bir türlü başaramıyorlar, kendi gecelerinde ise etraflarındaki gözler birer surete dönüşmeye başlıyordu. Üstelik artık ağlamıyorlardı, sadece gittikçe büyüyen bir öfke ile bakıyorlardı.
Bir gün aslan korkusuna dayanamadı ve ormanı ateşe verdi, böylece kâbuslarından kurtulacağını düşündü.
Önceleri alevleri uzaktan izledi, gönlü ferahladı her yıkılan yuvayla, sonra içi rahatlamış olarak döndü yatağına. Lakin rüzgâr yön değiştirmiş alevler onun yatağına doğru ilerlemeye başlamıştı. Tüm orman zaten alevler içinde. Aslan gönül rahatlığı içindeki uykusundan alevin sıcağıyla uyandı, kaçacak bir yer aradı. Ne yazık çok geçti.
Alevlerin arasından, ayak takımının gözleri ona bakıyordu. Ne öfke, ne hüzün vardı o gözlerde, sadece sakin bir gülümseme oturmuştu yüzlerine.