Bir kovuğun duvarına yaslanmış hiç bitmeyecekmiş gibi duran fırtınayı izliyordu. Gökyüzü koyu gri rengini sanki ezelden beri üzerine giymiş gibi duruyordu. Deniz kabarıp duran dalgaları ile var olan kasveti daha da çoğaltıyordu.
Geçmiş zamanları düşündü; ‘’ Ne zamandır sürüyordu bu fırtına ? Nasıl başlamıştı ?’’ Unutmuş gibiydi. En kötüsü umudunu da yitirmişti. İnsan önce umudundan vurulurmuş.
‘’Bitmeyecek mi bu kabus?’’ diye hayıflandı. Kalkıp gitmek de gelmiyordu içinden. Mıhlanmış gibi duruyor, kıpırtısız ve çaresiz seyrediyordu önünde kopup duran kıyameti.
Aniden bir hareketlilik sezdi gökyüzünde, önce’’ Hayal görüyorum’’ dedi . Böyle bir havada kuş sürüsünün ne işi vardı? Gözlerini ovuşturdu, tekrar baktı; hayır yanlış görmemişti , bu gelen küçük bir kuş sürüsüydü.
‘’Kuş beyinliler işte’’ diye geçirdi içinden böyle bir fırtınada nasıl olurda uçulurdu ki? Yapılması gereken en iyi şey bir yere tüneyip fırtınanın geçmesin i beklemekti. Sonra kendi kendine güldü. ‘’ sen de haftalardır bunu beklemiyor musun? Ne oldu bekleyince diniyor mu fırtına? Bak onlar her şeyi göze alıp bu koca dalgalara ve kopan kıyamete rağmen gökyüzünü bırakmamışlar. Amannn kuş beyinliler de ondan!’’ diye tekrarladı içinden.
Kuşlar yaklaştıkça bunların bir sürüye ait olmadığını fark etti. Hepsi ayrı türlerdendi. Kimi rengarenk, kimi simsiyah, bazıları ise o kadar narin ve küçüktü ki baksan bir fiskede can verir gibiydi.
Yağmur kanatlarını ıslatmış, bazılarını yaralamıştı. Ama inadına uçuyordu kuşlar. Yaralı olanları diğerleri kanatlarıyla destekliyor, asla geride bırakmıyorlardı. Yine de belli ki kayıpları da vardı. İçlerinden bazılarını ne yazık ki fırtınada kaybetmişlerdi.
Birden sert bir şimşek çaktı. Kuş sürüsü bir anda dağılır gibi oldu, içlerinden bir kaçı daha koptu, denize düşmeye başladılar. O an gözü saatine kaydı 10’ u 10 geçiyordu. Kalanlar düşenleri kurtarmak için birkaç hamle yaptı. Suyun üstünde canlı kalanları büyük bir gayretle tekrar arlarına kattılar. Sonra kurtaramadıkları kuşların tüylerinden bir tane alıp kendi kanatlarına ekleyerek havalandılar. O bölgenin üzerinde bir kaç kere döndüler. Bir çeşit veda gibiydi ama yanlarında birer parçalarını taşıyarak devam edeceklerdi yollarına artık.
Yaklaştıkça sayının sandığından fazla olduğunu fark etti. Oysa uzakta sadece bir karaltı gibi görünüyorlardı.’’ Meğerse göz nasıl da yanıltabiliyormuş insanı’’ diye düşündü.
Aniden gözü tekrar ufka kaydı; uzaklarda bir değişiklik seziliyordu sanki, evet fırtına diniyordu, bir aydınlık kaplamaya başlamıştı her yeri. Henüz uzaktaydı ama hissediliyordu.
Kuş sürüsü gittikçe yaklaştı ve tam onun bulunduğu kovuğun üstüne vardığında içlerinden biri gelip önüne kondu. Küçücük bir şeydi, hani bir dokunsan canı çıkacak gibi ama koca fırtınaya kafa tutacak kadar da yürekliydi belli ki. Bir süre bakıştılar sonra kuş biraz önce denizde yiten arkadaşlarından aldığı tüyü kanadından ayırıp onun önüne bırakıp tekrar havalandı.
Tüyü avuçlarının içine aldı. Ne kadar da hafifti. Yine de az önce göğün griliğine kafa tutan koca bir yüreğe aitti.
O küçük tüyün avucunda büyüyüp ağırlaştığını hissetti. Kendi korkaklığına hayıflandı.
Yerinden doğruldu, artık saklandığı yerden çıkıp hayata karışma zamanı gelmişti.
Yola koyuldu, kuşları hala görebiliyordu. Onlar başka yüreklere umut olmak için uzaklaşırken rüzgar azalmış, yağmur dinmeye başlamıştı. Başını denize doğru çevirdiğinde gökkuşağının belirdiğini gördü.