2002’de Amerika’da asgari ücretle 86 çeyrek altın alınırken, bugün yalnızca 10.5 çeyrek alınabiliyor. Türkiye’de ise aynı dönemdeki düşüş daha “mütevazı”: 7.4’ten 4.5 çeyreğe! Ne kadar “romantik” bir tablo, değil mi?... Bugünse, “4.5 çeyrek altın” hayalini kurabilmek, kapitalizmin büyülü ve sabırlı ekonomisinin bir hediyesi!
Sonsuz Sabır, Sınırsız Hayal Kırıklığı: Altın ve Kapitalizmin Gölgesindeki Toplum
2002’de Amerika’da asgari ücretle 86 çeyrek altın alınırken, bugün yalnızca 10.5 çeyrek alınabiliyor. Türkiye’de ise aynı dönemdeki düşüş daha “mütevazı”: 7.4’ten 4.5 çeyreğe! Ne kadar “romantik” bir tablo, değil mi? Altın, yıllar içinde sadece bir değer ölçütü olmaktan çıkıp, adeta bir lüks tüketime dönüşmüş. Asgari ücretlilerin bile en temel ölçü birimi, parmaklarının ucundan kayıp gidiyor. O altın hayalleri artık rüyada bile görülmesi zor bir arzu haline gelmiş durumda.
Ve işte karşımıza çıkıyor Mustafa Elitaş, o parlak 2002 günlerinin savunucusu! O kadar parlak bir anlatımla sunuyor ki, neredeyse o dönemde çeyrek altınların sokaklarda serbestçe dağıtıldığını düşünüyorsunuz. Ama gerçekte, o yıllarda da bir asgari ücretlinin altın alabilmesi, tıpkı günümüzde olduğu gibi adı “dişinden tırnağından arttırarak” olan bir hayaldi. Altın, televizyonlardan ışıltılı bir şekilde yansıyıp ekranlarda dans ederken, halkın cebine girebileceği miktar çok ama çok sınırlıydı. Bugünse, “4.5 çeyrek altın” hayalini kurabilmek, kapitalizmin büyülü ve sabırlı ekonomisinin bir hediyesi! Emeğin karşılığı, çok uzun yıllar boyunca biriktirilmiş hayallerin, sabırla yoğrulmuş ve bir şekilde finanse edilmiş bir arzuya dönüşmesiyle ölçülüyor.
Altının Sosyalist Manifestosu
Ama mesele altın mı, yoksa biz miyiz? Kapitalizmin değişmez yasası şudur: Asgari ücretli 86 çeyrek altını biriktirdiğinde, bilin ki o altınların çok daha fazlası birilerinin ceplerine dolmuş demektir. Çünkü her sistemin bir sırrı vardır ve kapitalizmde bu sır, “kârın her zaman emekten fazla olması” gerçeğidir. Altın mı? Altın sadece gösteriştir. Gerçek mesele, kimin altınla ne kadar şişirdiğiyle ilgilidir. Altın, aslında kârın parmak izidir, emekse bir hayal.
Bugün Amerika’da 10.5 çeyrek altın alabilen işçiyle Türkiye’de 4.5 çeyrek altın alabilen işçi arasındaki fark, sadece altının parıldama oranıdır. Diğer her şey aynıdır: her iki işçi de aynı hayal kırıklığına boğulmuş durumdadır. Yani, hayal kırıklığının sabırlı birikimi, kapitalizmin en değerli ürünüdür! Kapitalizm, “sınırsız özgürlük” adı altında herkese aynı hayal kırıklığını eşit şartlarda sunar. Ne Amerika’da ne de Türkiye’de, kimse asgari ücretle altına dokunamaz; dokunan da sadece daha fazla hayal kurar!
Altın Standardı: Bir Dönüşüm Hikâyesi
Kapitalizm, çeyrek altını da kutsal zemzem gibi metalaştırıp insanın gözünde ulaşılmaz kılmıştır. 86 çeyrek altın, 2002’de “işçiye refah” diye gösteriliyordu; bugün ise “daha kötüye de gidebilirdi” diye pazarlanıyor. Aradaki farkı kim ödüyor? Tabi ki işçinin alın teri ve borç kredileri.
Peki, bu tablonun sosyalist çözümü nedir? Altını değer ölçütü olmaktan çıkarmak ve emeği merkeze koymaktır. Yani mesele altın değil; mesele insan onurunun metalaştırılmamasıdır.
Kapitalizmin Altın Repliği: “Al, Ama Asla Yetme!”
Türkiye’de 7.4 çeyrek altından 4.5’a düşen o eksik 2.9 çeyrek, sadece bir rakam değildir. O eksik çeyreklerde yoksulun tencere kaygısı, işçinin tükenmiş umutsuzluğu ve borç batağına saplanmış gençlerin kırık dökük hayalleri yatar. Her bir kayıp çeyrek, o insanların hayatlarında birer kayıp anlamına gelir. Kapitalizm, her zaman daha azıyla mutlu olmamızı ister; ama “daha az” dediği şey, yoksulların “daha fazla” hayal kırıklığına ve tükenmişliğine dönüşür.
Ve sonuç? Çeyrek altın idealinin peşinde yıpranan, hayalleri elinden alınan insanlar! Altın diye kazdığımız kuyularda, aslında bizden çalınan refahı arıyoruz. Ama ne buluyoruz? Altının parıltısında gizlenmiş birer yanılsama, asla ulaşamayacağımız bir hayalin kırıntıları. Kapitalizmin altın hırsı, içini boşaltıp sadece dışını parlatıyor. Ve biz, bu parlak ama içi boş altına doğru koşarken, ne yazık ki her adımda daha da yitiriyoruz.
Sonuç: Asgari Ücretle Ulaşılamayan Çeyrekler
Elitaş’ın bu tabloyu bir başarı hikâyesi gibi sunması trajikomiktir. Gerçek şu ki, eğer asgari ücretle çeyrek altın yerine çeyrek ekmek alır hâle geldiysek, bunun tek bir nedeni vardır: halkın alın terinin sistematik bir şekilde çeyreklere bölünüp, bu çeyreklerin tamamının bir avuç zengine transfer edilmesidir. Bir zamanlar “çeyrek altın” halkın umudu, yaşam standardı gibi görülen bir simgeyken, bugün bu değer sadece azınlığın cebi için birikiyor. Her geçen yıl, halkın emeği biraz daha küçülürken, o altınlar birilerine daha fazlasını vaat ediyor. Ama yine de, “refahı” anlatan o cümleler kulağa hoş geliyor.
Son bir soru soralım: 86 çeyrek altınla neler yapılabilir? Kapitalizmde, muhtemelen bir CEO’nun sabah kahvesine ancak yeter. Sosyalizmde ise herkesin karnını doyuracak bir adalet sistemine temel olur!
Unutmayın: Paranın altını çizenler, emeğin altını oyanlardır.