“Yolu bilmekle o yolda ilerlemek farklı şeyler” diyordu Morpheus, Matrix filminde…
Bir huyumuz var; asla sakınamıyoruz sözümüzü… O yüzden sonda söyleyeceğimizi başta diyelim; her ne sonuç olursa olsun bizler vazgeçmeyiz. Bizler direniriz, bizler boyun eğmeyiz… ve mutlaka kazanırız…
Şu yukarıdaki 2-3 cümlelik girizgâh var ya, o tamamen “prensiben” yazılıyor. Yani işi garantiye alma gibi, hatasız bir yazı olsun gibi bir kaygı yok. Dahası bugün itibariyle tüm izlenim, atmosfer hep bizlerden yana (bir nevi; hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel). Bu yazının yazılma amacı ise, meramımızın dayanaklarını paylaşmak.
Siyaset denilen şey sözünü söylemektir, eylemliliğin yanında. Yalnızca söz söylemek siyaset yapmak olmuyor. Çünkü “poli” kelimesi yunancada “çoğul” anlamına geliyorsa izlenilen politikanın hayatta fiilen bir karşılığı olması gerekiyor. Açıkçası fikriniz kahvelerde, sokaklarda, köylerde, fabrikalarda kendiliğinden tartışılır kılınmıyorsa etkisiz kalıyorsunuzdur. Zaten politika tam olarak öyle kitaplardan da öğrenilebilecek bir şey değil. Devinim ve uyarlama siyasetin doğasında vardır. Dolayısıyla her yeni duruma uygun bir “hat” çizilir ve o hat üzerinden eylemli olarak kitleler etkilenmeye çalışılır. Bize göre siyasetin 2 temel kuralı vardır; (sırası istisnasi durumlarda değişebilir) biri yan yana gelmek, ortaklaştırmak, birlikte devinmek, diğeri ise ayrışmak, sınırlamak, farklılıkları ortaya koymak. Bir nevi ittifak ve cepheleşme sanatı.
Bugün bilhassa sosyalist sol olarak buradan yola çıkarsak öncelikle dostlarımızla farklılıklarımıza rağmen ortak noktalarımızda bir araya gelebilmeyi sağlayacağız. Somutlaştıralım mı; bugün 24 Haziran seçimlerine doğru giderken taktik olarak muhalefet odaklarının önüne taş koymayacağız. Hepimizi aynı gemide falan değiliz, bunu söylemiyoruz. Farklılıklar ancak iktidar olunduğunda ortaya konulabilir, ötesinde farklılıklarını yalnızca cephede karşında olana karşı öne çıkarırsın. Bugün en elzem ortaklaştırılacak konularımız bahane olarak kullanılan OHAL'i kaldırmaktır. Tek Adam rejimini yıkmaktır. Laikliği yeniden tesis etmektir. Eşit yurttaşlık kavramını fiili hale getirmek ve benimsetmektir.
Karşında kendi varlığına karşın eşitsiz bir güç varsa o gücü cepheleri çoğaltarak bölmek gerekir. Yukarıda elzem olarak tarif edilen her başlığa diğer başlıklar da -mesela çevre mücadeleleri, kadın mücadelesi, LGBTİ+, gençlik, öğrenci mücadeleleri de- eklenerek cepheler çoğaltılmalıdır. Reel politiği gözeterek topyekûn bir karşı duruş. Bu, esasında karşı tarafın da şimdiye kadar başarılı bir şekilde uyguladığı -ve artık metal yorgunluğu mu denir, yozlaşması mı denir karar okuyucuların- cepheleşmenin, artık bu taraf, bizim mahalle tarafından da uygulanabilir hale gelmesinin meramıdır. Kutuplaşma değil cepheleşme. Açık ve net, kesin olarak belirli bir ideolojik formasyonla gayet somut, herkes tarafından anlaşılabilir bir toplumsal altyapı kurabilmek ancak bu tarz bir yaklaşımla mümkün olabilir.
Yine reel politika denildiğinde yaptığınız ideolojik çıkışların bir karşılığını almak gerekir. Yani siz yapmasanız da yaptırsanız mesela, o da olur. Örnek olsun Sakaryaspor’un eski stadyumunun olduğu alan için kentin önemsenmeyecek derecedeki kesimi dışında tüm muhalefet o bölgenin yeşil alan olarak kullanılması için girişimlerde bulundu. Ama öyle ama böyle, kendilerine yontar şekilde bile olsa bir “Millet Bahçesi Projesi”nde ismi geçti mi, geçti. Bu bir kazanımdır. Azla yetinmek mi, onlara teşne olmak mı, yok canım. Gerçekçi politika budur. Bilmek gerekir ki bu halk aptal değil; sizin yaptığınız girişimler görülüyor, karşılık buluyor, hak veriliyor. Haa hala o hakkı vermeyen sekter iktidar yanlıları mı var… onlarla mücadeleye devam… aşamacılık oynamıyoruz; kavramları da laçkalaştırmıyor, çorba etmiyoruz.
Ülkede o kadar çok yanlış var ki. Adeta yanlışlığın, yanlışların iktidarı süre-gidiyor yıllardır. Amma ve lakin gerçek bu. Doğru olanı gerçek hale getirmek için öncelikle gerçekliği kabul etmek gerekir. Kabul etmek demek ona biat etmek, ona boyun eğmek anlamına gelmiyor. Gerçekliği kabul edip de tüm o gerçekliğe rağmen yine ona karşı mücadele ettiğimizde kazanacağız. Toplumsal örgütlülük ancak bu şekilde büyüyecek ve halk nispi refaha erişecek, yetinmeden.
Motivasyon yani moral güç önemli bir kavram. Sürekli bir yenilgi hali -veya yenilmişlik duygusu diyelim- önce kitleleri sonra kişileri geri düşürür. Dahası ardından kanıksama, değiştirme gücünün olmadığını düşünme, sinme ve biat gelecektir. Eğer ki artık “T A M A M” diyorsak, T A M A M’ın ardından oluşacak zemin toplumsal güçlere büyük olanaklar yaratacaktır. “Armut şiş, ağzıma düş” demiyorsak bu olanakları gerçeğe dönüştürme işi de bir mücadele sürecidir ve o mücadele yazının başındaki “vazgeçmeme”ye atıfla sürekli verilecektir.
***
Yüzünü sola, sosyalizme yakın söylemlere çeviren ve tutum takınanlara, kimi noktalarda onların bizce anomali görünen davranışlarına rağmen destek vermek mühimdir. Bir ittifak mı… belki de evet, dostluk ve mücadele ittifakı. Sosyalizm mücadelesi meclise sıkıştırılamaz; bu, evet, meclise girmesi beklenen sosyalist vekillere bir uyarıdır; “gözümüz üstünüzde” demektir. Fakat buradan parlamentarizm eleştiri de çıkarmak abestir. Mücadele sokakta, okulda, mahallede, iş yerinde verildiği gibi mecliste de verilebilir hatta verilmelidir de. Meclis fazladan bir alan daha kazandırır bizlere. Doğruya doğru, kim inkâr edebilir; en demokratik haklarımızdan olan bildiri dağıtımı bile yapamıyoruz. Bahane hazır; OHAL, güvenlik gerekçeleri, bla bla…
Buradan açık ve net olarak belirtebiliriz ki, bu tutum sosyalist mücadeleye halel getirmez. Bu toprakların soluna dair ne varsa, yazıktır ki kendini ayrıştırma üzerinden kurmuştur. Bizler ayrışmalarımızı bileceğiz, ona göre tavır alacağız ama fiillerimizi ortaklıklarımız üzerine inşa edeceğiz. Başka yolu yok. Yılların mücadele birikimi tarihsel olarak bunun böyle olduğunu gözümüze sokarken bizler bu gerçeklerden kaçamayız.
İşte tam da bu sebeplerle -tekraren-, meclis aritmetiği denilen kavramdan “bizim sosyalist mücadelemize halel gelmez” diyoruz. Yol bulamayanlar bir yol açmışlardır. Mücadeleleri pek tabii yine bizce kimi riskleri de barındıran bir demokrasi mücadelesidir. İşimiz bitince yolları ayıracak mıyız peki! Bizler açısından esas mesele; o yolu bizim de açmamızdır. Yolu açacağız ama bu yolu açarken birçok yolu da birleştirmemiz gerekecek. Devrimciliğin en önemli kıstası devrimi aramaksa, o devrime giden yolda ilkesel, stratejik, taktiksel her türlü yol toplumsal ilerleme açısından meşrudur. Yeter ki devrimin amacı olan sosyalizme, sosyalizmin amacı olan eşitlik, özgürlük ve adalet değerlerine ulaşabilelim. Bu süreç bir kompartıman şeklinde veya aşamacı biçimde değil iç-içe bir bütünlük içinde tezahür eder. İç-içelik önemli… sıramızı beklemeyeceğiz böylece. Her an, her alan, her başlık için yapabilecek sürüsüne bereket olanağımız var. Daha iyiye olan inanç ve emekle, beraberce…
Beceri de burada değil mi keza; o yolları birleştirebilme yeteneği…
Ve nihayetinde toplumsal duyarlılığı arttırmak… Artan noktadan ilerlemek…
Eğer Sakarya’daki o yavru köpeğe yapılan işkenceli ölüme ses çıkarabiliyorsak, derelerimizi kurutturmuyor, köylerimizi sermayeye, ranta peşkeş çektirmiyorsak, güzel kentimize yeşil alanları kazandırabiliyor ve yetmişinde bile mesela zeytin dikebiliyorsak [1], umut yine ve hala dimdik ayakta demektir.
Dost ve düşman herkes bilsin ki; kazanacağız… Mutlaka kazanacağız! [2]
Usta’nın güzel bir şiiriyle bitirelim yazımızı;
YÜRÜMEK
Yürümek;
yürümeyenleri
arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak
yürümek!..
Yürümek;
dost omuzbaşlarını
omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup
yürümek!..
Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek... [3]
_______________________________________________________________
[1] Şiir, Nazım Hikmet, Yaşamaya Dair.
[2] Yılmaz Güney’in 1984 yılında Paris’te bir kürsüdeki konuşmasının son sözlerindendir.
[3] Şiir, Nazım Hikmet, Yürümek.