Son yazımın sonunda “tepilmiş başkan” olarak yerde kalmıştım. Hayatımda defalarca yaptığım gibi düştüğüm yerden üzerimdeki tozları silkeleyerek o gün de hemen kalktım. Oğuz Atay’ın kendime düstur edindiğim “Ben en acıklı anlarda bile güldürücü sözler bulabilen bir insanım, kendime acımam yoktur” sözüne uygun olarak yaptığım durum tespitim şöyleydi; Zoraki başkan ve tepilmiş başkan yardımcısı gül gibi geçinir giderdik. Çok eğlenmek garantiliydi. Öyle de oldu.
Okul hayatımızda bizim için her şey yeni olduğundan, doğal olarak ilginç ve eğlenceli idi. Bizim sınıfın sınıf öğretmeni de bu yeniliğe uygundu. Mesleğe yeni başlamıştı. İlk öğrencileri bizdik. En otoriter hocalarımızdan biri de onun danışman öğretmeni idi. Onu örnek almaya karar verdiğinden olsa gerek karakteri çok uygun olmadığı halde otoriter görünmeye çalışıyordu. Sevimliliğini kullanıp şefkat gösterse her dediğini yapmaya hazırdık ama yılların öğretmeninden aldığı tavsiyeler onu otorite kurmaya zorluyordu. Ve meslek dersleri ile yeni tanışan bizlerin en zorlandığı ders onun dersiydi.
Sınav haftasıydı ama bizim zoraki başkan rapor alıp memleketine gitmişti. Teknik olarak başkan bendim ama artık çok da umurumda değildi. Hepimizin korkulu rüyası olan sınıf öğretmenimizin dersinin sınavı vardı ertesi gün. Yeterince çalışmamıştık ama çalışsak da bir işe yaramayacağını biliyorduk. Konuları ezberlemek için en az bir aya ihtiyacımız olduğu halde üst üste olan sınavlar yüzünden sadece bir günümüz vardı. Bütün sınıf “git hoca ile konuş ertelesin sınavı” diye başıma ekşimişti. Başkan olmak kolay değildi tabi. Sınıfın verdiği görevi başarı ile yerine getirmek için hocayla konuşmaya gittim ama otoritesinden taviz vermedi. “ Bütün sınıf dökülecek hocam ilk sınavınız bu kadar başarısız olsun istemezsiniz herhalde” diyerek yaptığım manevralar bile kar etmedi. Başarısızlığımı sınıfa tebliğ ettim. Çaresizliğimizi kabullendiğimizden olacak o akşamki etütte sınıfı derin bir sessizlik kaplamıştı. Bu sessizliğe rağmen konsantre olamıyordum. Bu dersi anlamaya çalışmaktan kafam patlayacak diye düşünürken birden ortalık karardı hiçbir şey göremez oldum. Kör mü oldum? Fazla yüklenince beynim mi yandı? Diye panikledim ama sınıftaki homurdanma seslerinden elektriklerin kesildiğini anladım.
Yılların “elektrikler kesikti hocam çalışamadım” bahanesi ilk defa bahane olmaktan çıkmıştı. Sınıf yine başıma üşüştü. Bu sefer hocaya telefon ederek sınavın ertelenmesini isteyecektim. Sebebimiz artık daha sağlamdı. Nöbetçi öğretmeni ikna etmem en kolay kısmıydı. Okulda telefonlar çalışmadığından izin alıp okulun yanındaki hastaneye geçtim. Gündüz ki denememden tecrübeli olan öğretmen sesimi duyar duymaz “olmaz demedim mi ben” diye fırçaladı beni. ”Hocam durum bildiğiniz gibi değil kaldık karanlıkta ders çalışmak için deliriyoruz aslında ama teknik imkânsızlık var” gibisinden sözleri yalvarır ses tonuyla sıraladım. Taş olsa yumuşardı ama hoca, gündüz ki sınavı erteleme talebimizi reddettiği halde ısrarcı olmamızı otoritesine saygısızlık olarak kabul etmişti. Bununla da kalmamış “daha zekice bahane bulamadın mı” diye benimle dalga geçmişti. Bir telefon ile “Yalancı zekâsız ve başarısız” olmuştum. O an ölsem daha kötü hissedemezdim. “Okulu arayıp nöbetçi öğretmenden gerçeği öğrenebilirsiniz” deyip kapadım telefonu. Dudaklarımı ısırarak yol boyu ne yapacağımı düşündüm. Bu haksızlık karşısında susmamalıydık. Biz otoriteye boyun eğdikçe kişiliğimize saldırı şeklini alıyordu. Okulun kapısında artık rakibim değil en büyük destekçim olan “Sarı” bekliyordu. Önce ona anlattım olanı biteni. “Haber ver herkese odada toplansınlar” dedim. Yarım saat geçmeden tüm sınıf televizyon odasındaki koltuklara yan yana dizilmişti. Hoca ile yaptığım konuşmayı aktardım. Beni yalan söylemekle suçladığını benimle dalga geçtiğini ve umursamaz halini anlattım. Artık sadece ben değil bütün sınıf çok sinirliydi.
Gerekli duygusal alt yapı oluşmuştu. Şimdi eylem planımızı bulmalıydık. Sarı yanımda muhafız gibi dikiliyor kızların gözünden niyetlerini okumaya çalışıyordu. “Bize yapılan bu saygısızlığa sessiz kalmayacağız arkadaşlar. Bütün sınıf boş kâğıt vereceğiz. Kimse ders çalışmayacak. Hatta bunun bir eylem olduğunu hoca iyice anlasın diye ilk boş kâğıdı en çalışkan olan sınıf birincisi arkadaşımız verecek.” diyerek eylem planımızı açıkladım. Hep birlikte planı tartışıp karara bağladık. Sınıfın en örnek öğrencisine bu görevi yüklememiz onu baştan dehşete düşürse de herkesin ortak fikri ve konuşmaları sonucunda kendisini ilk kurşunu atacak olan Kubilay gibi hissediyordu.
Sarı ile birlikte geceyi kimsenin ders çalışmadığından emin olmak için sürekli kontrol ederek geçirdik. Aramızdan herhangi bir çatlak olması sınıfça onurlu duruşumuza zarar verirdi. İşimizi şansa bırakamazdık.
Sınav saatinde sınıfa gelen hocanın, yüzünde benim dediğim oldu diyen otoriter bir mutluluk vardı. Kâğıtları dağıttı. Kimse kâğıtlara bakmıyordu. Herkesin gözü ilk kurşunu atacak arkadaşta idi. Son anda vazgeçebilme ihtimali hepimizi germişti. Vazgeçmedi kâğıtların dağıtılmasından beş dakika sonra kalktı, elinde boş kâğıdı ile hocaya ilerledi. Hocanın yüzündeki şaşkınlığın tarifini bugün bile bulamıyorum. Hoca şaşkınlığını atmaya çalışıp “saçmalama daha okumadın bile otur sen cevaplarsın” bu soruları diye arkadaşımızı ikna etmeye çalışıyordu. Tam başarmak üzereydi ki hiç beklemediğimiz sessizlerden bir arkadaş, kalkıp boş kâğıdını hocanın eline tutuşturdu. İlk kurşunu gören sınıf hocaya hamle fırsatı vermeden birer ikişer boş kâğıtları yağdırdı. Hoca kime şaşıracağını bilemez halde bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Bende kâğıdımı verip hocaya “size söylemiştim” diyen bakışımla muzaffer komutan edasıyla çıktım sınıftan. Sınıftaki bu dayanışma ruhu müthiş bir güç hissettirmişti bana. Dünyayı yerinden oynatacak gibi hissediyorduk hepimiz. Biz mutlulukla yukarı çıkarken, hoca meslek hayatının ilk sınavında yaşadığı şokla ağlaya ağlaya öğretmenler odasına inmişti. Başarmıştık. Otoriteye boyun eğmemiş, onurumuzu kurtarmıştık. Bundan sonra öğretmenin sınavı tekrarlamaktan başka bir çıkar yolu olmadığını düşünüyorduk. Otoritenin baskıdan asla vazgeçmeyeceğini ertesi gün disiplin soruşturması yapılacağını öğrenince anladık.
Daha sonraları defalarca göreceğimiz disiplin soruşturmasının ilki olduğundan tecrübemiz yoktu ama üst sınıflardan öğrendiğimiz kadarıyla bu soruşturmaların amacı elebaşlarını tespit etmekti. Sınıf dayanışmasını böylelikle yok edebileceklerdi. Korkudan ya da herhangi başka bir sebepten birkaç kişinin ismi birileri tarafından ispiyonlanır. Onlara ceza verilerek en sivrilerin başı ezilir. Dayanışmaya olan inançları sarsılır, arkadaşları ile ilişkileri bozularak bir dahaki sefere itiraz edilmesi engellenirdi. Bu gelenek yıllardır kullanılan koyun yetiştirme sanatının inceliklerindendi ne de olsa.
Ama buna da hazırlıklı olmamız gerektiğini bildiğimizden o gece bir kere daha topladım sınıfı. Dayanışma ruhunu, birleşirsek ne kadar güçlü olduğumuzu, aramıza nifak sokmak isteyeceklerini herkesin ağız birliğini bozmaması gerektiğini anlattım. Bütün sınıf tek vücut olmaya kararlıydı kimsenin ismi verilmeyecekti. Ceza alırsak hep beraber alacaktık ama tüm sınıfa ceza vermeyeceklerini de düşünüyorduk. Ertesi gün disiplin soruşturmasında soruları görünce hazırlığımızın ne kadar öngörülü olduğu ortaya çıktı. Sorular sadece isim almak üzerine kurgulanmıştı. Eylemin nedenini sorgulamak yerine kim yaptı sorusunun peşindeydi idare. Konuştuğumuz gibi yazdık. Kimsenin isim vermediğinden emindik. Kâğıtları toplayıp gittiler. Herkes birbirinin yüzüne bakıyordu. Bence kimse kimseyi satmamıştı. Arkadaşlarımla gurur duyuyordum. Soruşturma kâğıtlarına imza atmayı unuttuğumuz anlaşılınca aşağıya tekrar çağırıldık. Sırayla gidip kâğıdımızı bulup imza atıyorduk. Benim imza sıramda kâğıdımı ararken bir kâğıdın üstünde ismimi gördüm. Hemen yanımda da Sarı’nın adı yazıyordu. Kimin savunması bu diye kâğıdın üstüne baktığımda ilk boş kâğıdı veren arkadaşımız olduğunu anladım. Oysa sınıf birincisi tam vazgeçecekken ilk kâğıdı o vererek eylemi o başlatmıştı. Bunun korkusundan olacak ki bizim ismimizi vererek cezadan kurtulacağını sanmıştı. Hayatım boyunca arkamdan iş çevirenler ne kadar gizli davransalar da garip bir şansım vardır. Gerçek her zaman bir şekilde önüme düşerdi. Yine öyle olmuş ve o kâğıdı sadece ben görmüştüm. Hemen müdahale şarttı. Ceza almaktan çok dayanışmamız zarar görecek ve kaybetmiş olacaktık ondan korkuyordum. Bizim sarının haberi alır almaz baygınlık geçirdiğini öğrendiğimden önce onun yanına koştum. Odaya girdiğimde sarı baygın halde yatıyordu. Kızlar da başına toplanmış kolonya ile kollarını ovuyorlardı. Bu sırada bizim ispiyoncu odaya mahcup halde girdi. Bizim baygın sandığımız sarı onu görünce yataktan kaplan gibi kızın üstüne fırladı. Elinden zor aldığımız kız öğrendiğimizi anlar anlamaz gidip ifadesini değiştirdiğini çaresizce anlatmaya çalışıyordu. İfadesini değişmişti ama sonuç değişmezdi. En azından ellerinde yazılı bir şey yoktu. Son anda yaptığımız hamle ile dayanışmamızı yaralı da olsa devam ettirmeyi başarmıştık. Cezaların açıklandığında da birlikteliğimiz bozulmadı. Bütün sınıf kınama cezası almıştık. Elebaşı olarak bilinmemize rağmen delil yetersizliği sebebiyle eyleme katılanların hepsine eşit ceza verilmiş elebaşları olan azmettiricileri şimdilik gözleme almakla yetinmişlerdi. Başkan olamamıştım ama hayatımdaki ilk toplu başkaldırının başını çekmiştim. Birlikten kuvvetin doğduğunu gözlerimle görmüş ve kendimce büyük bir hayat tecrübesi edinmiştim.
Hala saklarım idareden eve gönderilen disiplin cezası yazısını. İlk cezamdı ama son olmadı. Defalarca disiplinde savunma verdik sarı ile birlikte. Her soruşturmada sınıfın en sessizini, en etliye sütlüye karışmayanını olanlar ile ilgisi olmadığı halde soruşturmaya dâhil edip isim sorarlardı. Ama ceza almak pahasına da olsa hiçbir arkadaş bir daha isim yazmadı savunma kâğıdına. Sabıkasız başkan da ilk fırsatta sadece isim vermediği için aldı cezasını. Sınıfta cezasız kimse kalmadığından okul tarihinin en sabıkalı sınıfı olarak mezun olduk. O sınıftan mezun olanlar memleketin değişik yerlerinde görev yapan sağlık neferleri oldu. Bir kısmımız benim gibi başka meslekler ile devam etti yollarına. Eminim ki okulda kazandığımız dayanışma ruhunu hiç kaybetmediler. Ve biliyorum ki hiç biri susmaz haksızlık karşısında.
Şimdi düşünün;
Sesi biraz fazla çıkan doğru bildiğini söyleyen bu nedenle cezalandırılan insanları,
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyip kafasını kuma gömen zavallıları,
Dayanışmadan bir haber yetişen, korkudan sesini çıkaramayan çıkarınca da hemen bir günah keçisi işaret eden kaypakları,
Bunlar var oldukça her defasında değişen yüzlerin değişmeyen zihniyetinin karanlıklarını,
Düşündükçe bir umutsuzluk kaplıyorsa içinizi o zaman Ahmet ARİF’e kulak verin;
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarıda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile diş ile,
Umut ile sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.