Ülkemizde yazı yazmak zor. Aklınızda olan bir konuda bir şeyler yazsam diye düşünüyor, hatta konu ile ilgili okuma yapmaya, hazırlanmaya çalışıyorsunuz. Nafile, araya başka gündemler giriyor. Ben mesela geçen hafta belediyelerdeki akraba atamaları, yolsuzluk ve yoksulluk üzerine bir şeyler yazmaya niyetliydim. Hatta yazmaya başlamışken Türk-İş Başkanı'nın malum ‘mikrofon kazası’ meydana geldi. ‘Mikrofon Kazası’ diyeceğim keza gazeteci bir abim yaşananı öyle ifade etmiş, biz de öyle yazalım. Ardından sosyal medyada öfkeli tepkiler, istifa çağrıları, hemen ardından Türk-İş’e bağlı sendikalardan destek açıklamaları. Kişi Sakaryalı olunca tabi bir de gösterilen hemşehri dayanışması. Böyle olunca da, diğer yazıyı kenara koyup konu ile ilgili bir şeyler yazmak farz oldu.
'Mikrofon kazası' ile ilgili sosyal medyadan ve günlük hayattan gözlemlediğim kadarıyla insanların tepkisi birkaç konuya yoğunlaşıyor. İlki kapalı kapılar arkasında yapılan, şeffaf olmayan görüşmeler ve milyonlarca insanı ilgilendiren bir sürecin çözümünün, birkaç kişinin dudakları arasında olması. Buna bağlı olarak da mücadele etmeksizin teklifin kabulü insanlarda şüphe ve tepki uyandırıyor.
Tepkiler anlaşılır ama insanlar acaba şu soruları kendilerine de soruyorlar mı; İnsanlarımız devletle, iktidarla bir sorunu olduğunda sorunlarını nasıl çözüyorlar? Kentsel dönüşüm kapsamında mahallelerinin yıkılacağını öğrendiklerinde, belediye ile bir sorunları olduğunda ne bileyim tarlalarından yol geçtiğinde, köylerine taş ocağı ya da OSB yapılacağı zaman, en basitinden yakınlarının bir kadro işi olduğunda veya haksızlığa uğradıklarında sorunlarını nasıl çözüyorlar? İlk gittikleri yer iktidar partisi, o partinin bir vekili ya da yöneticisi olmuyor mu? Ancak sorunun başka yollarla çözülemediği anlaşılınca bir hak kurumuna, bir sol partiye gidilmiyor mu?
O zaman Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonunun başkanının da sözleşme sürecini böyle yürütmesi neden tuhaf olsun. Olayın bir bireysel sorunu çözmek ile milyonlarca kişiyi ilgilendiren bir sözleşme sürecinin aynı şey olmadığını biliyorum. Vurgulamak istediğim Konfederasyon Başkanı’nın davranışını kolaylaştıran toplumsal temeller üzerine düşünmek. Daha açık ifadeyle halkımızın hak mücadelesine ve mücadele etmek ile kazanılabileceğine dair genel inançsızlığı.
Devam edelim. Gündelik insanların ‘mikrofon kazasına’ tepkilerini ve öfkelerini ‘işçileri sattı’ gibi kelimeler ile ifade etmelerini her şeye rağmen anlaşılır buluyorum. Bununla beraber muhalefetin ve başta solcuların ‘bak size demedik mi, gördünüz işte’ tavrını garipsiyor, sadece sürece dair kendilerinin ne kadar etkisiz olduklarını tekrar insanlara hatırlatacak istifa çağrılarını ise hiç mi hiç anlamıyorum. Bu söylediğim çokça yapılan, o bilmiş ‘niye şaşırıyorsunuz’ tepkisi gibi anlaşılsın istemem. Ama kendi adıma yolsuzlukların sermaye transferi yerine kişisel ahlak düşkünlüğüne bağlanmasından, her başarısız toplu iş sözleşmesi süreci görüşmesinden sonra başarısızlığın menfaatini düşünen sendikacılara bağlanmasından çok sıkıldım. Bu sokaktaki vatandaşın tepkisi olabilir ama siyasi öznelere ve kendini ‘solcu’ olarak tanımlayan insanlara düşen bu tepkileri tüm mecralardan tekrar etmek olmamalı. Fikrim o ki, Türk-İş Başkanı görüşmeleri tıpkı daha önceki sözleşme görüşmelerinde olduğu gibi sürdürmüştür. Öyle bakanla falan değil son kararı verecek devletin en tepesi ile görüşüp yüzde 1 fazla artış alabilmek için tüm enerjisini de tüketmiş ve sonucunda da o yüzde 1’i aldı ise başarıda önemli bir katkısı olduğunu düşünüyordur. Hele hele memurlara önerilen artışı görünce, içinden 'kıymetimi bilin' diye bile geçirmiştir. Kendisine gösterilen tepkiyi bir vefasızlık olarak görmesi de bu yüzdendir. Kendisi dünyaya bakışı, sendikal anlayışı gereği savunduğu kitlelerin hakkını devlet başta olmak üzere güç odakları ile uyumlu olmakla alınabileceğine inanmaktadır. Aksini tercih etmemekte değil, aksinin olabileceğini düşünmemektedir. İşin aslı bu fikri, halkın çoğunluğunun fikri ile paraleldir.
Dönüp bize gelirsek, ister emeğin kurtuluşu mücadelesi versin, isterse ‘emek en yüce değerdir’ desin solcuların vazifesi bulunduğu pozisyondan etrafa not vermek, nitelemede bulunmak ya da sonuçsuz kalacağını bilerek istifa çağrısında bulunmak olmamalı. Şahsen ben işçilerin hakkını savunmadığını düşünülen sendikacılar ile istifa çağrısı ile mücadele edilebildiğini duymadım. Bize düşen sadece işçilerin işyeri ile sınırlı mücadelelerinde değil, içinde işçilerin de olduğu geniş toplum kesimlerine hayatın her alanında mücadele ederek kazanılabileceğini gösteren küçük örnekler yaratmak ve insanların bir şeylerin değişebileceğine dair umutlarını büyütmek. Biz eğer yaşadığı sokaktaki yeşil alanın mücadele ederek arsaya değil çocuklar için parka dönüşmesini sağlayabilirsek, ailesinin yaşadığı köydeki tarlanın yanına taş ocağı yapılması o istemezse yapılamayacağını gösterirsek, belki o insanlar ‘bir dakika’ diyebilir. Yapmak, yazmak kadar kolay değil biliyorum. Ama diğer seçeneğin varacağı noktayı da biliyorum. ‘Söyledik söyledik anlamadılar’, ‘insanlar hak ettiği gibi yönetilir’ serzenişleri. Bırakalım sokaktaki insanlar gündelik tepkilerini böyle versinler, solcular ya da politik hedefi olan insanlar değil.
Son sözüm de, Sakaryalı biri söz konusu olduğunda gösterilen hemşehri dayanışmasına. Ben de bilirim Sakaryalılar, gurbette birbirini tutar. Askerde Sakaryalılar birbirine sahip çıkar, yaşadım. Ben de sahip çıkmaya çalıştım. Sadece askerde değil, dil öğrenmeye başka bir ülkeye gidersiniz Sakaryalı biri ile karşılaşırsanız size yakınlık gösterir. Şehirde yaşanan o kozmopolit kimi zaman bölünmüş görüntü yerini, dışarı çıkınca kenetlenmeye bırakır. Başka bir şehirde kendi şehrinin plakasını görünce birbirine korna çalan, selektör yapan başka insanlar olduğunu sanmam. Aynı topraklarda yaşıyor olmanın, aynı havayı solumuş olma gereğiyle karşındakinin görüşüne, etnik kimliğine bakmaksızın menfaat düşünmeden birbirine yardımcı olan insanların dayanışmasıdır bu. Bu durumun, Ankara’da siyasetin ve bürokrasinin üst kesiminde de olduğu, hatta bunun şehir için faydalı olduğu anlatılır. Öyle derecededir ki, bir konu söz konusu olunca tepkinin öznesi Sakaryalı ise muhalefetin vekilleri bile konuyu görmezden gelir. Destek yazıları yazılır gazetelerde. Diyeceksiniz bu da dayanışma değil mi. Muhakkak bu da öyledir, tabi dayanışmanın tarafları için.