Türkiye İşçi Partisi (TİP) MYK Üyesi Can Soyer İleri Haber'deki köşesinde, Emek ve Özgürlük İttifakı'nda yaşanan ortak liste tartışmasının yol açtığı olmsuzluklara işaret ederek, bu durumun dayanışma kültüründe yarattığı tahribatın yanı sıra seçim başarısı sayılabilecek bir matematiksel sonuca da yol açmadığını belirtti.
Yaşananların, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın var oluş nedeni sayılması gereken köklü dönüşüm iradesini zayıflattığını ifade eden Can Soyer, "Sonuç olarak da pek heyacan yaratmayan Millet İttifakı karşısındaki seçmenin direncini yerle bir etmeye doğru gittiğini görmemek imkansız. O halde, geçtiğimiz bir aydan sonra kalan yarım ayda, herkesin sırtlanması gereken ödev tekleşmiş olmalı: Türkiye’nin 14 Mayıs sonrasında açılacak yeni evresine olabilecek en güçlü biçimde, dayanışma içinde ve ortak bir geleceğin inşası bilinciyle hazırlanmak.
Çünkü, unutulmamalı ki, Türkiye’de bir de 15 Mayıs sabahı olacak. Bu ülkede mücadele de direniş de sürecek. Kaderimizin ortaklığı geleceğimizi de ortaklaştırmaya mecbur bırakacak hepimizi" dedi.
Can Soyer'in yazısı şöyle:
Antik Yunan dünyasının en bilinen efsanelerindendir.
Tanrı Zeus, kendisine başkaldıran Prometheus’u sivri kayalıklara zincirledikten sonra onun peşine takılan insanları da cezalandırmaya karar verir ve Pandora’yı yaratarak onu bir kutuyla birlikte Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a gönderir.
İkili evlendikten sonra, Zeus’un yönlendirmesiyle Pandora beraberinde getirdiği kutuyu açıverir. Bir açıdan bakılırsa, insanlık tarihinin geri kalanına damga vuran hemen her şey o kutunun açılmasıyla ortaya saçılır.
Öfke, kibir, yalan, riya, hastalıklar, ıstıraplar, kıskançlıklar…
Pandora’nın kutusundan fırlayıp tüm dünyaya yayılır.
Pişman olan Pandora telaşla kutuyu kapatır. Kapatır kapatmasına ama, hem kutudaki tüm kötülükler çoktan saçılmıştır hem de kutunun içinde tek bir şey kalmıştır: Umut.
Pandora’nın kutusu sonsuza kadar mühürlenirken, içinde kalan son şey, yani umut karanlığa gömülür.
İnsanlık, eczasını kendi elleriyle kilit altına aldığı kahredici dertlerle baş başa kalır dünyada. Haliyle, binlerce yıllık tarih, kan ve gözyaşının, acı ve nefretin, yıkım ve kırımın tarihi olup çıkar.
***
Türkiye, 21 yılın ardından yaşamsal önemde bir seçime gidiyor. Üstelik bu seçime bu defa kazanacağına dair yoğun bir inançla hazırlanıyor dört bir yanda yurttaşlar.
21 yılın deneyimine baktığımızda, diğer her şeyin yanında, halkın vereceği tek bir oya ne kadar değer yüklediği görülebilir. Haksız da sayılmaz kimse; gerçekten de elinden siyasete katılım kanallarının neredeyse hepsi alınmış, yurttaş hakları fiilen kullanılamaz hale getirilmiş, sesini ve sözünü duyurabileceği tüm makamlar sağır edilmiş bir ülkede bir oy, sadece bir tanecik oy bile son derece değerlidir.
Durum böyle olunca, siyaset sahnesine çıkan ve halkın oyuna talip olan her öznenin o bir oyun değerini anlaması, anlamaktan da öte o oyun gerçekten işe yarar biçimde kullanılacağına dair güven vermesi gerekir. Oy altın değerine çıkınca, kimse seçmenine çantada keklik muamelesi yapacak cesareti gösteremez. Göstermemeli.
Haliyle seçmenine gerçek bir mücadele, gerçek bir seçenek, gerçek bir değişim iradesi sunmak her siyasal öznenin kaçamayacağı görevi olur.
***
Şimdi, Türkiye’nin karşısına çıkarak yurttaşlardan o çok değerli oylarını isteyen iki muhalefet bloku söz konusu.
Millet İttifakı, yarattığı heyacanla, gerçek bir değişime öncülük edeceğine dair inandırıcılığıyla değil tek adamın tahtından indirilmesiyle sınırlı da olsa yeni bir başlangıç gereksiniminin ivediliğiyle toplumsal muhalefetin en güçlü öznesi konumunda.
Emek ve Özgürlük İttifakı olarak bizler ise, tam da bu noksanlığa işaret eden, güçlünün değil haklının haysiyetini temsil eden, mevcudun törpülenmesinden çok köklü bir dönüşümün gücünü büyüten kararlılığımız ile toplumsal muhalefete aradığı canlılığı sağlıyoruz.
Daha doğrusu, sağlamak zorundayız.
Eğer ülkemizin ve halkımızın yaralarının geçici bir pansumanla sarılmasına razı gelmeyeceksek, iddialarımızı ve hayallerimizi tenzil etmeyeceksek, 21 yıldır verdiğimiz mücadeleye karşı olduğu kadar elinde kalan son oya da titizlenen yurttaşlara karşı sorumsuzluk sergilemeyeceksek sağlamak zorundayız.
***
Geçtiğimiz bir ayda bu zorunluluğun unutulduğu günlere de tanık olduk. Tarafı ya da safı, nereden geldiği ya da hangi hesapla yapıldığı fark etmeksizin, ağza alınmayacak hakaretlere, duyanı bile utandıran yalanlara, ortak bir gelecek idealine balta vuran hoyratlıklara, kasıtlı çarpıtmalara ve bel altı vuruşlara maruz kaldık.
Pandora’nın kutusu açılmış gibi…
Bunların, dayanışma kültüründe yarattığı tahribat bir yana, seçim başarısı sayılabilecek bir matematiksel sonuca da yol açmadığını; tam aksine, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın var oluş nedeni sayılması gereken köklü dönüşüm iradesini zayıflattığını; sonuç olarak da pek heyacan yaratmayan Millet İttifakı karşısındaki seçmenin direncini yerle bir etmeye doğru gittiğini görmemek imkansız.
O halde, geçtiğimiz bir aydan sonra kalan yarım ayda, herkesin sırtlanması gereken ödev tekleşmiş olmalı: Türkiye’nin 14 Mayıs sonrasında açılacak yeni evresine olabilecek en güçlü biçimde, dayanışma içinde ve ortak bir geleceğin inşası bilinciyle hazırlanmak.
Çünkü, unutulmamalı ki, Türkiye’de bir de 15 Mayıs sabahı olacak. Bu ülkede mücadele de direniş de sürecek. Kaderimizin ortaklığı geleceğimizi de ortaklaştırmaya mecbur bırakacak hepimizi.
Ve işte o zaman, bir adım daha atabilmek için gereksinim duyduğumuz gücü umutta arayacağız.
O yüzden, şimdi, sırtımızı birbirimize verecek, gözümüzü muktedire dikeceğiz.
Pandora’nın kutusunu da kapatmayacağız.
Melun ağzından saçılan zehrin eczası da çıksın diye…
Umut da çıksın diye…