Prof. Dr. Korkut Boratav, 2015 seçimlerinden sonra AKP’nin seçim kazanmak için siyaseten “şiddete” ekonomik anlamda da “büyümeyi” hedeflediğini belirterek, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in küresel piyasaların ortodoks istekleriyle Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın büyüme hedefleri arasında bir yol izlemeye çalıştığına işaret etti.

Gazete Duvar’dan Gülümhan Gülten’e konuşan Boratavv’ın verdiği demeçler şöyle:

“Cumhurbaşkanı büyüme önceliğini 2015 seçimlerinde anladı”

Siz yaşanan ekonomik sorunların bütününü ekonomik kriz olarak adlandırmıyorsunuz. Bunu teknik tanımı nedeniyle mi tercih etmiyorsunuz?

“Hayır, iki anlamda da yok. Teknik olarak 2 çeyrek dönem Milli Gelir gerilerse resesyon, yani daralma denir; kriz değil. Eğer bu gerileme daha uzun sürerse ekonomik kriz denir. Ekonomik krizin finansal boyutu da olabilir; dış borç krizi olabilir. Ama temel gösterge Milli Gelir hareketlerinde aranır. Diyelim daralma 12 aya çıktığı zaman genellikle ekonomik kriz denir. Bu anlamda Türkiye 2009’dan bu yana ekonomik bir kriz yaşamadı. Sonraki yıllarda Türkiye’nin büyüyen bir ekonomide emek karşıtı ağır bir bölüşüm şokundan geçtiğini gözlüyoruz. Bu durumu, bence toplumsal bunalım diye adlandırmak doğru olur. Cumhurbaşkanı, büyüme önceliğini Haziran 2015 seçim yenilgisi sonrasında algıladı. Ve o tarih aşağı yukarı neoliberal istikrar programından kopma tarihidir. 2015’te o zamanki Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’ya, “faizleri neden indirmiyorsun?” diye fırça attı. Erdem Başçı o tarihte Erdoğan’a uzun bir brifing verdi. Anlattı ki, enflasyonla mücadelede faizleri düşürmek sermaye çıkışına yol açar ve döviz yukarı çıkar. Türkiye’de enflasyonu belirleyen en temel etken de döviz kurudur. Bu tespiti yaptı. Bu tespit sermaye hareketlerine açık bir ekonomide tek etken değildir; ama esas olarak doğrudur. Yani döviz kurunun enflasyonu pompalayan etkisi ise kesinlikle başattır. 2017’den sonra Merkez Bankası’nın politika faizlerinde Erdoğan belirleyici oldu.  

Peki burada şu soru oluyor o zaman, hükümetin giriştiği bu kaotik politikalar bütünü bir hatayla mı, yoksa enflasyonun patlayacağını bile bile mi yapıldı? Neden?

Cumhurbaşkanı bu yönelişinin ekonomik amacını TÜSIAD’a çıkışırken söyledi. “Biz size düşük faizle kredi veriyoruz. Sizin tek göreviniz ucuz kredileri üretime, yatırıma, ihracata tahsis etmektir.” Erdoğan’ın kafasındaki ekonomik model, şirketlere pompalanan düşük faizli kredilerin büyümeyi, dolayısıyla istihdamı da sürüklemesidir. AKP’nin Haziran 2015’te kaybettiği seçimi Kasım’da kazanmanın siyasal yöntemi “şiddet” olmuştu. Ekonomik yöntemi de bu büyüme oldu. Erdoğan, iş çevrelerinin özellikle inşaat sektörünün nelere karşı duyarlı olduğunu biliyor. Devlet teşviklerine, düşük faizle bol teşvikli kredilere güveniyorlar.

Adı ekonomik kriz olmayabilir ama burada yaşanan bir buhran var. Yoksulluk, fakirlik, pahalılık, geçim sıkıntısı enflasyon… Halk bir kriz, buhran hissediyor. Bu ekonomik buhran neden seçim sonuçlarına yansımadı?

Şöyle düşün, büyüme devam ediyor. İstihdam, üretimin, büyümenin türevidir. İstihdamın oy getirecek bir unsur olduğunu biliyor. Ekonominin büyümesi neoliberal modelin izlendiği 2011-2015’te yüzde 4,1’e indi; Haziran’da AKP seçimi kaybetti. Neoliberal istikrar reçetelerini çiğnedi; 2016-2022’de ekonomi yüzde 4,3 büyüdü. Bir kere neoliberal modelden kaçarak büyümenin sürdürülebileceğini (yani neoliberal yobazlığın bir noktada yetersizliğini) de ortaya koydu Erdoğan. İkincisi bu sürecin bölüşüm sonuçları ile ilgili: Bankalar şirketlere düşük faizle kredi pompalıyor; büyümeyi sağlıyorlar. Fakat emek örgütsüz. Kaynak tahsisi ve bölüşüm tamamen bankaların ve şirketlerin denetiminde. Ortaya çıkan emek karşıtı ağır bölüşüm şokunu Saray fiilen hedefliyor. Ana muhalefet farkında değil.

“Şimşek’i çağırmak zorunda kaldılar”

Seçim sonrası ekonominin başına Mehmet Şimşek getirildi, TCMB başkanı ve yönetimi değişti. Bunu nasıl görmek gerekir? Gerçekten Erdoğan’ın bütün o faiz ısrarına rağmen ekonomi yönetimi ortodoks politikalara mı dönüyor gerçekten yoksa bu sadece yerel seçime kadar bir yöntem mi olacak? Yerel seçimden sonra nasıl devam eder, nasıl görüyorsunuz? 

Şöyle düşünün, Mayıs 2023’te ekonomi tıkanmıştı. Saray iktidarının neoliberal istikrar ilkelerini çiğneyen politikaları iki alanda dengesizlik yaratıyor. Enflasyonu pompalıyor ve cari işlem açığını artırıyor. Şu anda bu türden kırılganlıklar içine sürüklenmiş ve olası dış borç krizlerine aday olan ülkelerden biri Türkiye. Yani bu açığı dış borçlarla sürdürmenin imkanı sınırlandı. Derecelendirme kuruluşlarından Türkiye’ye de bol miktarda uyarı geldi. Mayıs 2023 dönemecinde, dış borcun 206 milyar dolarının bir yıl içinde ödenmesi gerekiyor. Bir yıl içinde bu dış finansman gereksinimine 50 milyar doları aşması beklenen cari işlem açığını da ekleyin. Bu toplamın döndürülme derecesi uluslararası finans kapitale bağlı. Enflasyonu frenleyen finansal istikrar reçetelerine dönüş talebi onlardan geldi. Bu talepleri karşılamak için mecburen eski ekipten Mehmet Şimşek çağırıldı.

“Şimşek, finans kapital ile Erdoğan’ın çelişkili önceliklerini uzlaştırma çabasında”

Ancak Mehmet Şimşek’in, kritik durumlarda Cumhurbaşkanından bağımsız kararlar alabileceğine dair pek de güçlü bir inanç yok?

Şimşek, finans kapitalin istikrar programını Türkiye’ye getirme göreviyle geldi ama Erdoğan hâlâ sabit fikirlerinden tam vazgeçmiş değil. Küçülmeye karşı direniyor. Çünkü yakın gelecekte bir de yerel seçim var. İktidarını mutlaklaştırmak için yerel seçim önemli. Bu yüzden yeni program iki ayrı muhatabın önceliklerini karşılamaya çalışarak hazırlandı. Birincisi finans kapitalin enflasyonu düşüren istikrar, diğeri RTE’nin aradığı (en azından Mart 2024 seçimlerine kadar) büyüme öncelikleri…  Örneğin finans çevreleri TCMB’nin politika faizinin yeni programın (OVP’nin) 2024 hedefi olan yüzde 35’e yerleşmesini talep edecekler. Bu, 10 puanlık faiz artışı anlamına gelir. Erdoğan Mart 2024 seçimlerinden önce bu boyutta bir ayarlamaya, ekonomiyi daraltıcı etkisi yüzünden direnecektir. Mart 2024 sonrasına kaydırılırsa sineye çekebilir.

Bu tür uzlaşılar, en azından önümüzdeki aylarda gündemde olacaktır. Her sene Türkiye’nin dış borcunun belli bir artış temposuyla sürdürülmesini uluslararası dev yatırım bankaları sağlıyor. Ama Türkiye devlet tahvillerinden birinin vadesi gelen faiz yükümlülüğü, o andaki döviz kısıtı nedeniyle ödenemezse, Türkiye Hazinesi temerrüde düşer ve dış borç krizine sürüklenir. Benzerleri, bu yakınlarda Arjantin’in, Sri Lanka’nın başına geldi. Dünya ekonomisinin bugünkü ortamında bu riskle karşı karşıya kalan çok sayıda ülke var.

Milyonlarca mükellef e-Defter sistemine dahil oluyor Milyonlarca mükellef e-Defter sistemine dahil oluyor

Mehmet Şimşek bunu önleyebilir mi sizce?

Mehmet Şimşek herhalde Orta Vadeli Programın hazırlanışında belirleyici rol oynadı. Özellikle makroekonomik hedeflerin, finans kapitalin de aradığı istikrar perspektifini içermesi lazım. Aynı zamanda Erdoğan’ın aradığı büyüme devam etmeli. Yani Erdoğan faiz politikalarına filan karışmasa bile büyümenin sürmesi lazım. Onun için Şimşek’in demeçleri iki önceliği bir arada içeriyor: “İhracata ve üretime dönük büyümeyi teşvik edeceğiz ama faizleri de yükselteceğiz. Tüketimi caydırarak üretimi beslemeyi düşünüyoruz.”  Bu tutarlılığı güç bir ikilemdir. Finans kapitalin ve Erdoğan’ın çelişkili önceliklerini uzlaştırma çabası söz konusu…

“Seçimden sonra Erdoğan, IMF programının ve OVP’nin öngördüğü tüm kemer sıkma yöntemlerini uygulayacak”

OVP’de söyledikleri şu mu? En geniş halk kesimlerinde kemer sıkılacak ama büyümeyi sağlayacak sermayeye teşvikler ve destek sürecek?

Bunu hedeflerden görüyoruz, hedefler şöyle: 2 ayrı büyüme rakamı var burada birisi Türk lirasıyla hesaplanan sabit fiyatlı reel büyüme diyelim. Yüzde 4,4’ten 4’e düşecek 2024’te. Yani ekonomi biraz yavaşlayacak. 2026’da büyüme yüzde 5’e çıkacak. Erdoğan buna razı olabilir. Ama herhalde o da gözetilerek, dolarlı büyüme temposu çok yüksek öngörülmüş. Çünkü milli geliri ölçen fiyat endekslerinde dolar, deflatörün altında kalıyor. 2023’te deflatör, yüzde 62.6, doların artış tahmini yüzde 44. 2024’te deflatör yüzde 55 dövizin artışı oranı yüzde 54.

Yani kuru tutacağım diyor, bunu nasıl sağlar?

Yani dolar iç fiyatlardan daha düşük bir tempoyla seyredecek. Bunu sağlayacak varsayım da örtülü olarak yer alıyor: Bu program finans kapitale hitap ettiği için yüksek tempolu sermaye girişi olur. Peki finans kapitale hitap etmesi nerede? Bir, enflasyon hedefine yükseltilecek faizlerde; iki Faiz Dışı Kamu Dengesi’nin Milli Gelir’e oranında. Bakıyoruz 2023’de yüzde 3,7 oranındaki açık; 2026’da yüzde 1,1 oranında fazlaya çıkıyor. Yani kamu dengesi 4,8 puanlık daralma gerçekleştirecek. Yani büyük kemer sıkma kamu maliyesinde. Yani finans kapitale “hem kamu maliyesinde kemer sıkıyoruz; hem de politika faizlerimizi de yükseltmeye başladık” diyoruz. Erdoğan’a da, muhtemelen “on puanlık faiz artışlarını ikinci yarıda, seçimden sonra yoğunlaştırırız” diyorlar. Erdoğan’ı tatmin etmek için 2026’ya yüzde 5 büyüme hedefi koymuşlar. Ama IMF’nin Türkiye ile ilgili öngörülerinde bu hedef yüzde 3’tür. Türkiye ekonomisi için yüzde 3’lük bir büyümeyi istikrarlı ve finans kapital tarafından desteklenir bir model olarak görüyor IMF.  Bu büyüme, belli bir istikrara yetiyor. Dış kaynak aktarımını da sağlıyor. İstikrar öngörülerini IMF çok abartılı tutmuyor. Mesela yüzde 20 civarında enflasyonla devam edilir, Türkiye için idare eder. Türkiye yüzde 2 oranında dış açığı sürdürebilir.

Yüzde 3’lük büyüme temposu öngören IMF senaryosu, Türkiye’yi, şu anda içinde yaşadığımız toplumsal bunalıma mahkum etme, hatta ağırlaştırarak mahkum etme anlamına geliyor… Çünkü ekonominin durgunlaşması, atıl iş gücünde (yani geniş anlamlı işsizlik oranında) artışları devam ettirecektir. Türkiye’nin şu anda dörtte biri, yüzde 24’ü atıl işgücü. Yani işgücü piyasasından kopmuş olan faal nüfus…

(Hoca burada TÜİK’in, yayınladığı işgücü istatistiklerinde “işsiz” saymadığı ve adına “ümidini kaybeden, iş aramayan ama çalışmaya hazır olanlar” denilen grubu kastediyor. Bu ve çeşitli eksik istihdam gruplarındakilerin de dahil olduğu işsizlik oranına geniş tanımlı işsizlik ya da atıl işgücü deniliyor.)

Zaten Türkiye’nin yüzde 5’lik büyüme hedefi Erdoğan’ı memnun etmek üzere konulmuş bir rakam. Mevcut işsizlik oranını artırmayacak bir büyüme temposu olarak öngörüldüğü için önceki OVP’lerde de yer alıyordu. Bu büyüme hedefi, finans kapital için enflasyonu daha yükseğe çıkaracağı için onun sineye çekeceği eşiği aşacak. Mehmet Şimşek bu ayın 19’unda New York’a uluslararası bankalarla görüşmek ve bu endişeleri dağıtmak için gidiyor. Ay sonunda da IMF 4. Madde müzakereleri için Ankara’ya geliyor. Türkiye için öngördüğü programla OVP’yi karşılaştıracak. 2026 büyüme hedefinin yüzde 5 olması sorgulanabilir.

(Hoca’nın söz ettiği IMF’yle 4. Madde görüşmeleri, herhangi bir kredi içerikli standby anlaşması olmasa da, her yıl üye ülkelerle ikili görüşmeler yapılmasını, bir IMF ekibinin üye ülkeyi ziyaret ederek, ekonomik ve mali bilgileri toplamasını ve ekonomi yönetimiyle ülkenin ekonomik gelişmelerini ve politikalarını görüşmesini kapsıyor. IMF, bu ziyaretinde Türkiye’nin makroekonomik politikalarını gözden geçiriyor ve finansal sistemin sağlamlığına bakıyor. IMF’nin bu görüşmeler sonucunda yayınlayacağı rapor dünyaya, uluslararası piyasalar ve yatırımcılar için önemli bir referans oluyor.) 

“OVP diyor ki 2024’te enflasyon farkı ödemelerini unutun”

Bu çerçeveyle önümüzdeki yıl, 2024 yılında Türkiye ekonomisini bekleyen en önemli sorun anlaşılan yine geçim sıkıntısı ve yoksulluk olacak? 

Özellikle seçimlerden sonra, emekçi sınıfların durumu daha da vahimleşecek. Bunu açıkça OVP’de söylüyor. “Yönetilen, yönlendirilen fiyatlar, yani bu fiyatlardan kastettiği emekli maaşları ve kamu sektörü ücret ayarlamaları, geçmiş enflasyona endeksleme davranışının azaltılmasına yardımcı olacak şekilde belirlenecektir” diyor. Yani milyonlarca emekçinin bir nebze cankurtaranı olan enflasyon farkı ödemelerini unutun. Büyüme temposunun durgunlaşması da atıl işgücünü yüzde 24’ü de aşan oranlara taşıyacak. 

“Ekonominin çökmesini değil, durgunlaşarak çürümesini yaşıyoruz”

Hocam şu soruyla da çok karşılaşıyoruz: Seçim öncesi özellikle muhalefet ve ekonomistler diyordu ki, iktidar böyle yaparsa çöküşe gidiyoruz, şöyle devam ederse ekonomi çöküyor. Ama baktık ki ekonomi çökmedi, çökmüyor. Elbette çökmesin de o halde niye çöküyor deniliyordu işte çökmedi. Neden?

Efendim ekonominin çökmesi değil, durgunlaşarak çürümesini yaşıyoruz. Çürüme ve dağılma diye de bir süreç var. Uzun sürerse doğal hal budur diye; en kötüsü afyon gibi alışırsınız, hayat budur diye. Örneğin ortalıkta serseri mayın gibi dolaşan diplomalı işsizleri veya geleceği olmayan üniversite öğrencisi gençleri bünyesinde barındıran, zaman içinde bu durumu artıran toplumsal bir ortam…

Çöküşten daha kötü bir şey bu. Çok uzun sürerse, çürümeye alışırsan bir türlü yaşar gidersin. Diğer bir uçta da o vahşi kapitalizmden nemalananlar, büyük rantları gelire dönüştürerek parazitleşen yaşam tarzlarını sürdürenler var.”

Röportajın tamamı için tıklayın

Editör: Tuncer Kalaycı